- Kekemelik: Sadece Bir Konuşma Sorunu Değil!
- Hayal edin. Kapıdan içeri giriyorum. Uzun, sarışın, kaslı, Hennie. Yanımda tekerlekli sandalyedeki adam var. Onun sorunu açıkça ortada. Ben normal görünüyorum. Ağzımı açıyorum ve... Hayır. Oyun henüz bitmedi. Ben kekelemeye başlayana kadar bitmedi. Sonra kekemelik oluyor. Birdenbire. Tam olarak ne zaman ortaya çıkacağını bilmediğim için beni şaşırtıyor ve ortaya çıkana kadar normalim... Ve şimdi yeni bir mücadele başlıyor. Kekemelikten kurtulup yeniden normal olmak için mücadele etmem gerekiyor (Kathard, 2003, s. 186). Nitel bir araştırmadan alınan bu kesit, kekemelikle yaşayan insanların içsel mücadelesini oldukça çarpıcı bir şekilde özetliyor. Hennie’nin kendisine dair algısı; fiziksel özellikleri, atletik yetenekleri ve kekemeliği etrafında şekillenir. Sarı saçlı olduğu için sarışın, kekelediği için de kekemedir. Hepimiz gibi, Hennie de birden fazla kimliğe sahiptir ve bu kimlikler bir araya geldiğinde onun öz kavramını, yani kendini nasıl gördüğünü oluşturur (Tajfel, 1981). Kekemeliğin Sosyal ve Duygusal Yansımaları Hennie, kekemeliği olan biri olarak, sıklıkla ses ve hece tekrarları (örneğin "be-be-benim"), ses uzatmaları (örneğin "sssssselam") ya da bloklar ("___ben") gibi akıcısızlıklarla mücadele eder (Johnson, 1959; Yairi & Ambrose, 1999). Hennie ve dünya çapında bu durumu yaşayan diğer 70 milyon insan... Ancak sizin de bildiğiniz gibi kekemelik bundan ibaret olmamakla birlikte bu kadar basit de değildir. Konuşmada görülen bu özellikler, sadece buzdağının görünen yüzünü temsil eder. Kekemeliğin altında, Sheehan'ın Buzdağı Analojisi'nde olduğu gibi, görünmeyen ama derinlerde yer alan korku, kaçınma, suçluluk ve anksiyete gibi duygusal yükler yatmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü ve Kekemelik Geçmişte hastalıklar sadece fiziksel belirtiler üzerinden değerlendirilir ve tedavi edilirdi. Ama artık biliyoruz ki bir sağlık sorunu yalnızca görünenden ibaret değil. Bu tür bozukluklar, kişinin hayatının birçok yönünü etkiler ve aynı zamanda bu yönlerden de etkilenir. İşte bu yüzden, sorunları daha geniş bir perspektiften anlamak, değerlendirmek ve yönetmek önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü'nün ICF (Uluslararası İşlevsellik, Engellilik ve Sağlık Sınıflandırması) modeli de tam bu noktada devreye giriyor. ICF modeli, bir sağlık sorununun etkilerini dört temel alanda inceler: Bedensel İşlevler: Kekemelik, ses tekrarları, uzatmalar ve bloklar gibi konuşmada fark edilen akıcısızlıklar. Aktiviteler ve Katılımlar: İş hayatında sunum yapmak, sipariş vermek ya da topluluk önünde konuşmak gibi aktiviteler kekemelik nedeniyle zorlaşabilir. Kişisel Faktörler: Kişinin mizaç özellikelri ve kekmeliğe bakış açısını içerir. Çevresel Faktörler: Kişinin kekemeliğine verilen olumsuz tepkiler (alay etme, sabırsızlık) durumu. ICF modeli, kekemeliği sadece fiziksel bir bozukluk olarak görmek yerine, kişinin yaşamının her alanına etkisi olan karmaşık bir durum olarak ele alır. Yaşam Kalitesi ve Kekemelik Yaşam kalitesi, bir insanın hayatından aldığı genel memnuniyeti ve mutluluğu ifade eden bir kavramdır. Yaşam kalitesi yüksek olan insanlar genellikle yaşamın; sosyal ilişkiler, günlük aktiviteler ve katılım, fiziksel sağlık, çevre koşulları ve psikolojik durum alanlarından daha fazla memnuniyet duyarlar. Kekemeliğin yalnızca konuşma üzerindeki etkileri değil, sosyal, duygusal ve zihinsel sağlık üzerinde de belirgin olumsuz etkiler yarattığı ortaya çıkmıştır. Craig ve arkadaşlarının (2009) yaptığı araştırmada, kekemeliğin bireylerin yaşam kalitesine olan etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarına göre, kekemeliği olan bireylerin yaşam kalitesi, akıcı konuşan bireylere (kontrol grubu) kıyasla daha düşük bulunmuştur. Bu fark, özellikle sosyal ve duygusal işlevsellik, canlılık ve zihinsel sağlık alanlarında daha belirgindir. Örneğin, “Çalışma yaşamınızda veya diğer aktivitelerinizde geçirdiğiniz zamanı sorununuz yüzünden kısalttınız mı?” gibi sorularda, kekemeliği olan bireyler akıcı konuşanlara göre daha olumsuz cevaplar vermişlerdir. Bu bulgular, kekemeliğin yalnızca konuşma zorluğu değil, aynı zamanda bireylerin genel yaşam kalitesini de etkileyen karmaşık bir durum olduğunu gözler önüne seriyor. SF-36 yaşam kalitesi formunda yer alan bazı sosyal duygusal işlevsellik soruları aşağıdaki gibidir: Son 4 hafta boyunca, arzu ettiğinizden daha az işi mi tamamladınız? Son 4 hafta boyunca, iş veya diğer aktivitelerde her zamanki kadar dikkat vererek yapamadınız mı? Kekemelik yaşayan bireylerin yaşam kalitesindeki düşüşlerin, tetrapleji veya koroner kalp hastalığı gibi ciddi sağlık sorunları yaşayan kişilerle benzerlik göstermesi, bana göre oldukça dikkat çekici bir bulgu. Bu durum, kekemelikle yaşamanın, ciddi bir sağlık sorunu kadar hayatı etkileyebileceğini gösteriyor. Bu nedenle, müdahale hedeflerimizi belirlerken yalnızca kekemeliğin kendisine odaklanmak yerine, kekemeliğin hayatın hangi alanlarını etkilediğini belirleyip, bu alanlara bütüncül bir yaklaşımla odaklanmak, terapilerimde de gözlemlediğim gibi, daha etkili sonuçlar sağlıyor. Sonuç Kekemelik, dışarıdan bakıldığında sadece konuşma sırasında yaşanan birkaç duraksama gibi görünse de gerçek çok daha karmaşık görünüyor. Hem sosyal hem de duygusal sağlığı derinden etkileyen kekemeliğin, bireyin yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürdüğü görülüyor. Kekemelikle başa çıkmanın yollarını ararken, bu çok boyutlu yapıyı anlamak; kişisel, sosyal ve duygusal faktörlerin önemli olduğunu gösteriyor. Bu konu ilginizi çektiyse, kekemeliğin yaşam kalitenizi nasıl etkilediği ile ilgili Hacettepe Üniversite'sinde yapılan bu araştırmaya da katılabilirsiniz.
Devamını oku
- Gizleme Davranışlarını Anlama Rehberi: Kekemeliği Gizlemenin Ardındaki Gerçek
- Yolculuğumuzun ikinci kısmına hoş geldiniz. Kekemeliği gizleme davranışlarını anlama rehberi serimizin ilk yazısında, kekemelik belli olmasın diye yapılan farklı (sözcük değiştirme, sorulara kısa yanıt verme, telefonla konuşmak yerine mesajlaşmayı tercih etme gibi) davranışlardan bahsederek bu durumlardan hangilerini yaşadığınızı belirlemiştiniz. Bu yazımızda ise, bu davranışların altında yatan sebeplere daha derinlemesine bakıyoruz. Merak ettiğimiz asıl soru şu: Kekemeliğimizi neden saklama ihtiyacı hissediyoruz? Bu sorunun cevabını öğrenmenin size nasıl bir katkı sağlayacağını merak ediyorsanız, şöyle basit bir benzetme yapabiliriz: Arabanız yolda aniden durdu. Eğer sadece arabanın hareket etmesine odaklanır ve arabayı itmeye çalışırsanız, gerçek problemi görme şansınız olmayabilir. Ancak, arabanın neden bozulduğunu, hangi sebeple durduğunu anlamaya çalışırsanız, etkili bir çözüm bulma şansı elde edersiniz. Uzun bir girişten sonra hazırsanız, gizleme davranışlarının altında yatan olası sebepleri incelemeye, yani buz dağının altını keşfetmeye başlayalım. Aslına bakarsanız araştırmalar, gizleme davranışının sadece kekemelerle sınırlı olmadığını gösteriyor. Özellikle toplum tarafından marjinal veya farklı algılanabilecek (HIV, AIDS, bipolar bozukluk veya depresyon gibi) gruplar arasında, yani toplum normlarına uymadığı düşünülen durumları yaşayan bazı kişiler de kendilerinin bir parçasını gizlemeye meyilli olabiliyorlar. Kendi hayatımızdan farklı örnekler düşündüğümüzde de, toplum tarafından yanlış anlaşılacağını veya damgalanacağımızı düşündüğümüz bazı şeyleri de gizlemeye çalışıyor olabiliriz. Mesela, basit bir örnek gibi görünse de, popüler kültürün dışında kalan müzik türlerini dinlediğimizde, bu durumu çevremize söylemeyebilir yani gizleyebiliriz. Mesela arabesk müzik dinlemeyi seven birisi, çevresindeki insanların genellikle pop, rock veya elektronik müzik dinlediği bir ortamda, damgalanmış hissetmemek için müzik zevkini gizlemeyi seçebilir. Neden Kekemeliği Gizlemeye Çabalarız? Kekemeliği gizlemek, bazen kekelemekten daha yorucu bir süreç olabilir. Peki neden gizlemeye ihtiyaç duyuyoruz? Aslına bakarsanız bu sorunun olası ve farklı bir çok cevabı bulunmakta. Hazırsanız o cevapları inceleyelim. 1- Kendini Dezavantajlı Durumlardan ve Damgalanmaktan Koruma İsteği Damgalanma, bir bireyin veya grupların, belirli bir özelliği veya durumu nedeniyle toplum tarafından olumsuz şekilde etiketlenmesi ve değerlendirilmesi anlamına gelir. Kekemeler de, konuşmalarından dolayı oluşabileceğini düşündükleri, damgalanma ve sosyal zorluklardan kaçınmak için bu çaba içerisine girebilirler. Kekemelikle ilgili damgalanmaya ilişkin bazı düşünceler ve endişeler, kişinin kekemeliğini gizlemeye çalışmasına sebep olabilir. Örneğin: "Sevgilim kekeme olduğumu öğrenirse bana acır." "Kekemeliğim yüzünden ya işe alınmazsam." "Eğer iş yerimde kekelediğim duyulursa, mesleki itibarım zedelenir." "İnsanlar benim kekemeliğimi öğrendiklerinde ya benimle alay ederlerse." "Kekemeliğimden dolayı, insanlar ya beni dışlarlarlarsa ve ayrımclığa uğararsam" "Kekelediğim için insanlar bana kesin önyargılı davranacak." gibi farklı düşüncelerle, şu an belki de yaşanmamış olan ama korktuğumuz bu olayların yaşanmaması için önceden önlem alma çabası olarak gizleme davranışlarını yapıyor olabilirsiniz. 2- Geçmişte Yaşanılan Deneyimler Geçmişte yaşadığınız deneyimler, bugünkü davranışlarınızı ve düşüncelerinizi şekillendirebilir. Kekemelikle ilgili geçmişte yaşadığınız bazı olaylar şimdiki tepkilerinizin ve davranışlarınızın temelini oluşturabilir. Geçmişte, kalabalık bir aile yemeğinde, heyecanla bir anıyı anlatırken kekeleyerek konuştuğunuzu hayal edin. Bu sırada da ailenizden birinin "Daha yavaş konuş," şeklinde sizi uyardığını düşünelim. Bu tür deneyimler, ilerleyen zamanlarda kendinizi ifade ederken kekeleyeceğiniz korkusuna kapılmanıza sebep olabilir. Daha sonraki aile toplantılarına veya sosyal etkinliklere katıldığınızda, "Eğer susarsam, kekemeliğimle dikkat çekmem," diye düşünerek konuşmaktan kaçınabilirsiniz. Bu tarz geçmiş deneyimler, benzer durumların tekrar yaşanmaması için, "Belki de daha kısa cümleler kurarsam, kekemeliğim belirginleşmez." şeklinde düşünmenize neden olabilir. 3- "Kekelememeliyim" Mesajı Kekemeliği gizleme davranışına, neden olan unsurlardan birisi de kekemeliği negatif, utanılacak veya engellenmesi gereken bir durum olarak algılama eğilimimiz olabilir. Bir araştırmaya katılan bazı katılımcılar, kekemeliğe yönelik kendilerinde oluşan bu olumsuz algının, kekemeliğin gizlenmesine etkisi olduğunu belirtmişler. Ancak bu algı nereden geliyor ve nasıl oluşuyor? Bu soruların yanıtlarını bulmak için belki de biraz geçmişe, deneyimlerimize ve aldığımız mesajlara dönmemiz gerekiyor. Kekemeliğin utanılacak bir "sorun" olarak görülme algısı, çeşitli faktörlerin yanı sıra, bizlere verilen açık ve örtük mesajlarla şekillenebilir. Peki bu açık ve örtük mesajlar ne anlama geliyor, biraz daha yakından inceleyelim. 3.1. Açık Mesajlar Açık mesajları, kekelediğimiz sırasında karşılaştığımız sözel uyarılar olarak özetleyebiliriz. Eminim çoğumuzun geçmişte veya halen yaşadığı “yavaş ol, sakin ol, bir derin nefes al öyle konuş, sesli kitap oku” gibi dinleyici tepkileri açık mesajlara birer örnek olabilir. Evet, çoğu zaman yardım etme amacıyla söylenebilen bu tepkiler, aslına bakarsanız bizim "Kekelememeliyim!", "Bende demek ki bir sorun var o yüzden diğer insanlar konuşmamama müdahale ediyor.", "Normal değilim." gibi düşüncelere kapılmamıza ve "normal" gözükmek için kekemeliğimizi gizlemeye çabalamamıza sebep olabilir. Tabii kekelememeye çalışmanın da bu yazıda da bahsettiğim gibi bize pek de yardımcı olduğu söylenemez. 3.2. Örtük mesajlar Örtük mesajlar, isminden de anlaşılabileceği gibi, açık bir şekilde söylenmeyen ancak yine de bize iletildiğini hissettiğimiz mesajlardır. Bu mesajlar, genellikle kekemeliğin yapılmaması gereken bir durum olduğunu bize sözel olmayan bir şekilde aktarır. Küçüklükten itibaren evde kekemelikle ilgili duyguların, düşüncelerin ve deneyimlerin konuşulmaması, kekemeliğin ebeveynler tarafından gizli kapılar ardında konuşulması örtük mesajlara birer örnektir. Yapılan bir araştırmada, katılımcıların dikkat çekici bir şekilde %73'ü, kekemelik hakkında nadiren veya hiçbir zaman konuşmadıklarını belirterek bu durumun ne kadar yaygın olduğunu da bize gösteriyor. Yapılan farklı çalışmalar da bu durumu desteklemekte. Bu durum, kekemeliğin aile içinde bir tabu olarak ele alındığına dair bize ipuçları sunuyor. Bu durum, aslında kekemeliğin konuşulmaması veya saklanması gereken bir durum olduğu gibi bir mesajı bizlere ileterek, kekemeliğin, aile içerisinde bile gizlenmesi gereken bir "sır" olarak algılanması ve kişinin bu durumu utançla ilişkilendirmesine yol açabilir. 4- Diğer Sebepler Kekemelik, kişiye sadece fiziksel değil duygusal zorluklar da yaşatabilir. Bu durum o kadar yoğun bir rahatsızlık hissi yaratabilir ki kişi, konuşmaktan kaçınıp, bu rahatsızlık hissinden kurtulmayı tercih edebilir. Gizleme davranışlarına aşağıdaki farklı sebepler de neden olabilir: Konuşma kontrolünün kaybedilmesi hissedildiği için kekemelik anlarını gizlemek Kekemelik öncesi, anı veya sonrasında yaşanan rahatsızlıktan kaçmak Bireysel nedenler Utanç, endişe, konuşma korkusu İletişimde yaşanan gerginlik Bu tür duygusal ve fiziksel zorlanmalar, kişide kekemelik anını olabildiğince azaltma veya tamamen kaçınma isteği oluşturabilir. Bu durum, sizin "özgürce konuşma" hakkınızı ciddi anlamda etkileyerek kendinizi özgürce ifade edemediğinizi hissedebilirsiniz. Özet olarak, kekemeliği gizleme davranışları, birçok farklı faktöre bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu faktörlerin arasında sosyal dezavantajlardan ve damgalanmaktan korunma isteği yer alır. Kekemelik farklı nedenlerle bireylerde "kekemelik kötüdür, benim itibarımı sarsar ve onu saklamalıyım" şeklinde bir algıya yol açabilir. Ayrıca, kekemelik anında yaşanan duygusal zorluklar (utanç, endişe, kontrol kaybı hissi) kişinin konuşma sırasında kekemeliğini azaltmaya çalışmasına, kelimeyi değiştirmesine ya da daha kısa ifadeler kullanmasına sebep olabilir. Her bireyin kekemelik deneyimi ve bu konudaki yaşadığı olaylar birbirinden farklıdır, bu nedenle gizleme davranışının altında yatan sebepler de farklılık gösterebilir. Bu davranış, bazen bilinçli bir "kekemeliğimi saklamak istiyorum" düşüncesiyle meydana gelirken, bazen de farkında olmadan ve otomatik bir şekilde de kendini gösterebilir. Serimizin bir sonraki yazısında, kekemeliği gizleme kişinin hayatını nasıl etkiler konusu üzerinde duracağız.
Devamını oku
- Meslek Seçiminde Kekemeliğin Gizli Etkisi
- Üniversite sonuçları yeni açıklandı ve eminim her biriniz tıpkı bir labirentin içindeymiş gibi hissediyorsunuz. "Hangi üniversitede okumalıyım? Hangi meslek benim için en uygun?" gibi sorular kafanızı kurcalarken, geleceğinizi şekillendirecek bu kararları vermek adeta bir çıkmaza dönüşebiliyor. Eğer kekemeyseniz, zaten karmaşa dolu olan bu dönemde belki biraz daha fazla yük taşıyor ve zihninizde şu tür sorular yankılanıyor olabilir: Acaba daha az konuşma gerektiren bir meslek mi seçsem? İstediğim işi ya kekemeliğim fark edilir ve yapamazsam? Kekemeliğim mesleki kariyerimi etkiler mi? İstediğim işi, ya kekemeliğim ortaya çıkarsa ve başarısız olursam? Ya bu durum tüm çabalarımı ve hayallerimi suya düşürürse? Ben kekemeyim. Nasıl öğretmen olacağım? En iyisi mühendislik yapmak. Eğer bu ve bunun gibi düşünceler içerisinde boğuşuyor ve ne yapacağınıza karar veremiyorsanız, bu yazı sizin için. Kekemelik, bazen oldukça yorucu olabilir ve hayatınızın çeşitli yönlerini etkileyebilir. Bazı zamanlarda, yaşamınızın en belirleyici faktörünün "kekemelik" olduğunu hissedebilirsiniz. Bu durum, sanki hayatınızın direksiyonunu kekemeliğin ele geçirdiği ve sizin yeteneklerinizi, hayallerinizi belirleyenin kekemeliğiniz olduğu hissine yol açabilir. Kısacası, kekemeliğin yaşamınızın kontrolünü eline geçirdiğini hissedebilirsiniz. Yapılan bir araştırmada bir katılımcı yaşadığı durumu şu sözlerle aktarıyor: "Kekelediğim zaman küçük düşmüş gibi görünme korkusuyla ne yapıp yapamayacağıma dair kendime sınırlayıcı kısıtlamaları koydum ve neredeyse kendimin en büyük düşmanıydım." Kekemelik, farklı çalışmalarda da gösterildiği gibi kişinin aile hayatı, arkadaşlık ilişkileri ve sosyal hayatını etkilediği gibi meslek seçimini ve iş hayatını da derinden etkileyebiliyor. Peki kekemeliğin meslek seçimine etkisi nedir ve biz ne yapabiliriz? Meslek Seçimi ve İş Hayatı Neden Önemli? Meslek seçimi ve iş hayatı, sadece geçimimizi sağladığımız yerler olmanın ötesinde, hayatımızın önemli bir kısmını oluşturur. Birçok araştırma, iş doyumu ile genel yaşam kalitesi ve mutluluk arasında güçlü bir ilişki olduğunu belirtiyor. İşin aslına bakarsanız, iş hayatında geçirdiğimiz zaman ve yaşadığımız deneyimler, tüm yaşam kalitemizi ve genel mutluluğumuzu büyük ölçüde etkiliyor. Kekemeliğin Meslek Seçimine Etkisi Evet şu an belki hayal ettiğiniz ve içten içe uyumlu olduğunuzu düşünüğünüz meslek hakkında, kekemeliğiniz sebebiyle tekrar düşünüyor olabilirsiniz. Örneğin; avukat olmak istediğinizi varsayalım. Ancak bazı, "Ben nasıl avukat olabilirim? Adımı bile doğru düzgün söyleyemem. İnsanlar ne düşünür? Kekemeyim, nasıl bu mesleği yaparım?" gibi düşüncelerle kekemeliğinizin sizi durdurduğunu, istediğinizi yapmayı engellediğini düşünüyor ve çözüm olarak da belki daha az sözlü iletişim gerektiren, belki de sevmediğiniz bir meslek hakkında düşünüyor olabilirsiniz. Yapılan bir çalışmada, katılımcıların %25'i kekemeliğin, meslek seçimlerini etkilediğini belirtelerek istediği mesleği seçmediklerini düşündüklerini söylerken bazı katılımcılar da kekemeliğin meslek seçimlerine bir etkisinin olmadığını aktararak kekemeliğin meslek seçimini etkilemediğini, kendi seçtikleri ve keyif aldıkları mesleği seçtiğini belirtmiş. Kekemelikle ilgili tutumlarımız, kekemelikle ilgili geçmişte veya şu an yaşadıklarımız, kekemeliğe ilişkin bakış açımız kişinin hayatını etkileyebileceği gibi kendi potansiyellerini tam olarak gerçekleştiremediklerini hissetmelerine neden olabilir. Kekemelerin, kendi konuşmaları hakkında "Acaba başkaları konuşmamla ilgili ne düşünüyor?" gibi sürekli tetikte olduklarını hissettiren düşünceler, onların meslek seçiminde kendi isteklerinden ziyade zorunlu olarak (çoğunlukla daha az sözlü iletişim gerektiren) bir mesleği seçmeye yönelmeyi düşündürebilir. Kişilerin meslek seçimine kekemeliğin neden etkisinin olduğu araştırıldığında ise farklı cevaplar ortaya çıkıyor. Bu cevaplar arasında; toplumun kekemeliğe bakış açısı, kekeme olan kişinin kendi kekemeliğiyle ilgili düşünceleri, utanç gibi duyguları, davranışları, kişinin toplum tarafından farklı algılanmaktan dolayı endişesi ve konuşma korkusu gibi farklı sebepler yer alıyor. Farklı Meslekler, Ortak Deneyimler Günümüze ve geçmişe dönüp baktığımızda, farklı iş kollarında yer alan birçok kekemeyi görmekteyiz. Benim gibi bazı kekemeler, dil ve konuşma terapisti; Emily Blunt, Bruce Willis ve Marilyn Monroe gibi bazı kekemeler oyuncu; Müzeyyen Senar ve Ed Sheeran gibi bazı kekemeler şarkıcı; Joe Biden gibi bazı kekemeler devlet başkanı olurken, bazıları ise mühendis, öğretmen, doktor gibi farklı mesleklere yönelebiliyorlar. Peki seçmek istediğiniz mesleği kekemeliğiniz sebebiyle seçemiyorsanız ne yapmalısınız? Ne Yapmalısınız? 1- İçinizdeki Sesi Dinlemek: Kekemeliğinizin Sesi mi, Kendi Sesiniz mi? Belki şu an durup bir düşünme vaktiniz geldi. Hangi meslek içten içe sizin kalbinizi ısıtıyor? O mesleği seçerken hangi özellikleri, yetenekleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Düşlediğiniz mesleği seçmeyi düşünürken, kekemeliğinizin sesini ne zaman ve nasıl duyuyorsunuz? Kekemeliğiniz, bu yolda hangi engellerle karşılaşacağınızı size nasıl anlatıyor? Bu soruların yanıtlarını not edebilirsiniz. Kendi iç sesinizi ve kekemeliğinizin sesini ayırt etmek için bu bir fırsat olabilir. Her iki ses de varlıklarını hissettiriyor olabilir ancak hangi sesin sizin gerçek isteklerinizi temsil ettiğini anlamak önemli. Kendi istekleriniz mi sizi bir mesleğe çekiyor, yoksa kekemeliğinizin getirdiği sınırlamalar mı sizi bir yolculuğa itiyor? 2- Sihirli Değnek Beklemeyin: Hayatınızın Direksiyonunu Kendi Ellerinize Alın Ne zaman hayatınızın direksiyonunu kekemeliğinizin elinden alıp, kendi istekleriniz doğrultusunda yönetmeye başlayacaksınız? Belki bu soruyu kendinize daha önce defalarca sormuş ancak harekete geçmeyi korkutucu buluyor veya ne yapacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. Belki de bir sihirli değneğin tüm sorunlarınızı çözeceğini, kekemeliğinizi yok edeceğini ve hayatınızın kontrolünü size geri vereceğini umuyorsunuzdur. Ancak bir durup düşünün. Gerçekten çözüm sihirli bir değnekte mi, yoksa sizin ellerinizde mi? Bu durumun çözümüne yönelik adım sizin elinizde. Belki de hayatınızdaki şikayetleriniz ve memnuniyetsizlikleriniz, değişim için bir adım atmanın zamanının geldiğini belirten sinyallerdir. Eğer bu sinyalleri görmezden gelirseniz, kendinize ve hayatınıza verdiğiniz hasar da kaçınılmaz olabilir. "Evet, değişmek istiyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum." diyorsanız bunun ilk adımı, bir dil ve konuşma terapistinden bilimsel ve profosyonel bir destek almaktır. Bu noktada nelere dikkat etmeniz gerektiğiyle ilgili bu yazıyı okuyabilirsiniz. Başvuru yaptığınız dil ve konuşma terapisti, terapi sürecinde genellikle, sizinle birlikte kekemeliğinizi ve kekemeliğin hayatınız üzerindeki etkisini anlama ve bununla ilgili farklı yöntemlerigeliştirme üzerine odaklanır. Ayrıca, kekemeliğin iş ve kariyer hedeflerinizi nasıl etkilediğini anlama ve bu konuda ne yapabileceğinizi belirleme konusunda da size rehberlik edebilir. Yapılan çalışmadaki bir katılımcı, dil ve konuşma terapisinin hayatına olan etkisini şu sözlerle aktarmış: Aklımdaki her düşünceyi kekelesem de kekelemesem de dile getirebilmek çok güzel bir duygu. Bu son 25 yıldır hayalini kurduğum bir şeydi. Bu yüzden benim için bir rüyanın gerçekleşmesi gibi. Evet, hayatta zorluklarla karşılaşmak kaçınılmazdır ancak bu zorlukları nasıl ele aldığımız ve seçimlerimiz zorlukları nasıl aşacağımız konusunda önemli rol oynar.
Devamını oku
- Gizleme Davranışlarını Anlama Rehberi: En Büyük Sırrınız Kekemeliğiniz
- Bir anlığına durun ve düşünün: Acaba siz de kekemeliğiniz belli olmasın diye çabalayanlardan mısınız? Bir kelimeyi söylerken kekeleyeceğinizi hissedip, hemen o kelimeyi değiştirerek başka bir kelime mi kullanıyorsunuz? Ya da belki de "a" harfiyle başlayan kelimelerde çok kekeleyeceğinizi hissedip hemen alternatif bir kelime arıyorsunuz? Veya cevabını çok iyi bildiğiniz soruların yanıtlarını sırf "Uzun cümle kurarsam kekemeliğim belli olur." diye düşündüğünüz için “evet-hayır” ya da “bilmiyorum” şeklinde, kısaca mı yanıtlıyorsunuz? Halbuki içten içe, o soruya daha ayrıntılı bir yanıt vermek istiyor, fakat kekeleyeceğinizi düşündüğünüz için bu isteğinizi bir kenara mı bırakıyorsunuz? Eğer bu durumlar sizin de hayatınızın bir parçasıysa, bu yazı serisi tam size göre. Kekemeliği gizleme davranışları üzerine odaklanan bu yazı serisinde, "Kekemeliği gizleme nedir? Neden kekemeliğimizi gizlemeye çalışırız? Bu durum bize ne hissettirir, hangi ek sorunlara yol açabilir? ve Ne yapmalıyız?" konularına ayrı ayrı ve dikkatlice değineceğiz. Bu konuya değinmemizin amacı ise: Kekemeliğinizi tanımak. "Kekemeliğimi tanımak ne işe yarar ki?" diye düşünüyorsanız, şöyle bir senaryo hayal edin: Bir dağcısınız. Yüksek bir dağa tırmanmayı hedeflemişsiniz ancak dağın ne kadar yüksek olduğunu, hangi rotaların daha güvenli olduğunu, hangi malzemeleri gerektireceğini bilmeden, hatta ve hatta "dağcılığın" ne demek olduğunu bilmeden tırmanışa başlarsanız, hedefinize ulaşmanızın oldukça zor olacağını tahmin etmek pek de zor değil. Tıpkı dağcılıkta olduğu gibi, kekemeliğinizi anlamak, kekemeliğiniz için doğru 'malzemeleri' ve 'rota'yı belirlemek, bu 'dağa' tırmanışınızı daha güvenli ve başarılı kılabilir. Bu yazı serisinin amacı, kekemeliğinizi anlamanıza yardımcı olarak hangi 'malzemelerin' ve 'rota'nın sizin için en uygun olduğunu belirlemenize yardımcı olmak. Bilgi düzeyimiz arttıkça, kekemelikle başa çıkma şeklimiz de değişecektir. Uzun bir girişten sonra, bu yolculuğa başlamaya hazırsanız, hadi ilk adımı atalım. Kekemeliği Gizleme Nedir? Aslında kekemeliği gizleme davranışlarını bir nevi koruma kalkanı olarak görebiliriz. Birisiyle konuşurken “Acaba kekemeliğim belli olursa ne düşünürler? Acaba rezil olur muyum?” gibi farklı endişelerimizle veya farklı sebeplerle (bu konuyu 'Neden kekemeliğimizi gizlemeye çalışırız?' başlıklı 2. yazımızda detaylandıracağız), kekeme olduğumuzu başkalarının öğrenmemesini arzularız. Bu amaçla da karşımızdaki kişi kekemeliğimizi öğrenmesin diye farklı hileler ve bize çözüm yolu gibi gelen stratejiler üretmeye başlarız. Aslında kekemeliği gizleme davranışı, kekemeler arasında oldukça yaygın. 2018 yılında, 322 yetişkin kekemeyle yapılan bir araştırmada, katılımcılardan % 40’ı kekemeliğini gizleme ihtiyacı duyduğunu ve %37’si yaşamlarının çeşitli alanlarında kekemeliğini hiç kimsenin bilmediğini belirtiyor. Farklı çalışmalarda da kekemelerin, aile ve arkadaşlarıyla bile kekemelik konusunu gündeme getirmedikleri gözlenerek kişiler, kekemelik ve kekemelikle ilgili duygularını adeta bir sır gibi saklama eğiliminde oluyorlar. Peki kekemeliği gizlemek için hangi davranışları sergiliyoruz? Bu konuyu iki alt madde de inceleyeceğiz. Maddeleri incelenerken yanınıza kağıt-kalem alabilir, kendinizi daha iyi anlamak ve hangi davranışlarda bulunduğunuzu belirlemek için not alabilirsiniz. 1. Dil Bilimsel Gizleme Dil bilimsel yani linguistik gizlemeyi kısaca kekeleyeceğinizi hissettiğiniz kelimelerle oynamak olarak özetleyebiliriz. Aslında, dilbilimsel gizleme, kişiden kişiye göre değişen, çeşitli biçimlerde ortaya çıkar. İşte bazı dil bilimsel gizleme örnekleri: Sorulara mümkün olduğunca kısa cevaplar vermek. Bildiğiniz cevaplara rağmen, kekeleme olasılığı yüzünden soruları yanıtsız bırakmak. Kekeleyeceğinizi hissettiğiniz kelime yerine aynı anlamı taşıyan başka bir kelime seçmek. Kekeleyeceğinizi hissettiğinizde, "Hmm, şey, hani..." gibi ifadeler kullanarak zaman kazanma çabasına girmek ve düşünme takliti yapmak. Sorulan bir soruya, kekeleyeceğinizi hissettiğiniz doğru cevap yerine, yanlış bir cevap verme. Dolambaçlı ifadeler kullanma. Örneğin, "okula gittim" demek yerine, "Şu, her sabah gittiğimiz yer, oraya gittim" gibi. Aslında, bu örnekleri incelediğimizde, konuşurken asıl amacınızın konuyu anlatmak veya sohbet etmek yerine kekemeliği gizlemek olduğunu görebiliriz. Yapılan 212 yetişkin kekemenin katıldığı bir araştırmada; katılımcıların %30'u belli ses veya kelimelerden kaçındığını belirtmiş. Yapılan bir nitel çalışmada ise; bir katılımcı yaşadığı dil bilimsel gizlemeyi, birisi adını sorduğunda kendi adını söylerken kekeleyeceğini bildiği için, kekelemeyeceği başka birinin adını söyleme gibi bir davranışla anlatmış. Şimdi düşündüğümde, benim geçmişte en çok yaptığımı hatırladığım dil bilimsel gizleme, gerçekten sohbet etmek istediğim ve hakim olduğum bir konu üzerinde tartışılırken, sanki konu hakkında hiçbir bilgim yokmuş gibi sessiz kalmaktı. İçten içe, "Keşke şunları söyleyebilsem" diye düşünürdüm. 2. Durumsal Kaçınma Durumsal kaçınma, yani "situational avoidance", kekeleyeceğinizi hissettiğiniz durumlardan veya olaylardan uzak durma eğilimidir. Mesela eminim çoğumuzun ilkokulda yaşadığı, cevabını bildiğimiz sorulara parmak kaldırmama veya sunum yapmamız gereken derslere katılmama, birisi telefon veya kimlik numaranızı sorduğunda söylemek yerine yazmayı tercih etme, sevgilinizle veya eşinizle tartışınca çok kekeleyeceğinizi düşündüğünüz için tartışmaktan kaçma ve kafanıza takılan sorunlar hakkında konuşmama veya yeni tanıştığınız bir kişiyle telefonla konuşmaktan ve buluşmaktan kaçınarak mesajlaşmayı tercih etme durumsal kaçınmalara birer örnektir. Hatta bir araştırmadaki katılımcı sınıfta okuma yapıldığı sırada yaşadığı durumsal kaçınmayı şu sözlerle anlatıyor: "'Tuvalete gidebilir miyim?' derim ve 10 dakika boyunca koridorlarda dolaşır ve geri döndüğümde okumanın bitmesini umardım." Durumsal kaçınma, özellikle okulu bırakma veya eğitim hayatına devam etmeme gibi önemli hayat kararlarına bile etki edebiliyor. Yani, kekemeliği gizleme durumu, göründüğü kadar basit bir olay değil. Bu durum, kişinin hayatını derinden etkiliyor ve bireyin hayal ettiği hayatı yaşamasına engel olabiliyor. Kısaca özetlemek gerekirse, yukarıda anlattığım gibi bir kişi kekemeliğini gizlemek için birçok strateji uygulayabilir. Ancak, bu gizleme eğilimleri geçici rahatlama sağlasa da aslında oldukça yorucudur ve kişinin yaşam kalitesini etkiler. İletişim esnasında ne söyleyeceğim, kendimi nasıl ifade edeceğime ek olarak "kekemeliğimi nasıl gizlerim?" düşüncesi, bu durumu daha da zor hale getirir. Yazının sonuna gelirken, siz kekemeliğinizi gizlemek için hangi stratejileri kullanıyorsunuz? Bu yazıyı okurken, hangi anlatımlarda "Aaa! Ben de bunu yapıyorum." dediniz? Belki de kekemeliğinizi gizlemek için kullandığınız başka yöntemleriniz de vardır. Bu yöntemleri paylaşmak için yorumları kullanabilirsiniz. Bu yazı serisinin bir sonraki bölümünde, bu gizleme davranışlarının neden ortaya çıktığından bahsedeceğiz. Kekemeliği ve kekemelikle başa çıkmayı daha iyi anlamak için bu yolculuğa birlikte devam edelim.
Devamını oku
- Kekemelik Ameliyatı
- Bu yazı, bazı okuyucaları rahatsız edebilir. Yazıyı okumadan önce, bu faktörü göz önünde bulundurmanız önerilir. Kekemelik, Antik Mısır’dan günümüze kadar gizemini sürdüren bir olgudur. Yüzyıllar boyunca, insanlar kekemeliğe neyin neden olduğunu bulmaya çalışarak farklı tedavi yöntemleri denemişlerdir. Denenen bu tedavi yöntemlerinden, hiçbiri "ameliyatlar" kadar ilginç ve sonrasında yaşananlar kadar ürkütücü olmamıştır. Bu yazımızda, geçmişte kekemeliği tedavi ettiği düşünülerek yapılan ilginç ameliyatları inceleyeceğiz. 20. Yüzyıla kadar; kekemeliğin, dil organındaki anomalilerden kaynaklandığı düşünülüyordu. Bu anomaliler hakkında da farklı teoriler hakimdi. Bazıları; kekemeliği, dilin ve ses telinin spazmodik (bu kasların elde olmadan istek dışı kasılması) durumda olmasına, frenulum linguale'nin yani dil altı bağının kısa olmasına hatta dilin büyük olmasına bağladılar. Beates gibi bazı araştırmacılar, kekemeliğin bu nedenlerini ortadan kaldırmak için, ameliyatlardan daha insancıl ama etkisiz olan aparatlar icat ederken (Bkz., Şekil 1); Dieffenbach gibi bazı doktorlar da, dildeki spazmodik durumu gidereceğini düşündüğü ameliyatlar uyguladı. Şekil 1. Aparat, Beates, 1851. Dilin ve ses telinin spazmodik hareketini engelleyen, dudakların kapanmasına, dilin dişlere ve damağa fazla temasına izin vermeyen aparat. Kekemelik Tedavisi İçin Yapılan Ameliyatlar Aslına bakarsanız, ameliyat fikri 19. Yüzyıldan çok önce, 6. Yüzyılda ortaya atıldı. Kral Justinianus'un doktoru Amidalı Aetius, kekemeliğin tedavisi için "frenulum linguale (Bkz., Şekil 2)" dediğimiz dil altı bağının kesilmesini önerdi. Bu fikri ilk deneyen kişinin ise, erkek kardeşi kekeme olan, Alman cerrahisinin babası Fabricius Hildanus olduğu düşünülüyor. 1608 yılında Hildanus, erkek kardeşinin dil altı bağını kesti. Kardeşinin durumu ve bu ameliyatın 19. yüzyıla kadar başkaları tarafından denenip denenmediği ise hala bilinmiyor. Şekil 2. Frenum 19. yüzyıla gelindiğindiyse, doktorların cerrahi becerilerinde hızlı bir gelişme görüldü. Daha birkaç yıl önce tedavisi imkansız olan bozukluklar, ameliyatla tedavi edilmeye başlandı. İşte bizim hikayemiz de tam olarak burada başlıyor. Ama farklı bir ameliyatla: şaşılık ameliyatı. Hikayemizin ana karakteri Berlin Üniversitesi'nde, klinik cerrahi alanında profesör ve saygın bir cerrah olan Johann Frederick Dieffenbach. Dieffenbach, 1839 tarihinde Anthony White'ın şaşılık tedavisi için önerdiği, göz kaslarının kesilmesi fikrini ilk defa bir insan üzerinde denedi. Şaşılık ameliyatından sonra, aklına bir fikir geldi: kekemelik tedavisi için dil kaslarının deri altından kesilmesi. Dieffenbach, aklına gelen fikri şu sözlerle anlatıyor: "Fikir bana kendini önerdi... Kekemeliğin, dil, yüz ve boyun kaslarıyla iletişim kuran gırtlağın spazmodik durumundan oluştuğuna inanıyorum. Bu anormal duruma dahil olan kasların inervasyonunu keserek, kekemeliği değiştirmeyi ve hatta tamamen bitirmeyi başarabiliriz. Bunu yapmanın bariz yolu; dil kökünün enine yatay bir kesit atmaktır." Dieffenbach, aklına gelen bu fikri 17 Ocak 1841’de denedi. Hastası 13 yaşında Doenau isimli bir erkek çocuğuydu. Dieffenbach, yaptığı ameliyatı şu sözlerle anlattı: “Hasta, pencerenin karşısındaki yüksek bir sandalyede oturuyordu. Hastanın başı bir asistan tarafından dik tutuluyor aynı zamanda "retraktör (Bkz., Şekil 3)" yardımıyla ağzın açısı ayarlanıyordu. Hastanın dili ileri doğru itilirken, başka bir asistan "forseps (Bkz., Şekil 3)" yardımıyla hastanın dilini tutuyordu. Bu sayede dil sabitlendi ve enine sıkıştırıldı. Hastanın dilini, sol elimin işaret ve baş parmağıyla enlemesine sıkıştırdım ve dili kaldırdım... Bistüri ile dili doğrudan yukarıya doğru kestim, dili ikiye böldüm.. Ameliyat bitimine doğru, hasta oldukça baygın bir hale geldi. Daha sonra yuttuğu büyük miktarda kanı kustu. Ağzını suyla yıkar yıkamaz, ameliyattan önce söyleyemediği kelimeleri söylediğini duymak beni son derece memnun etti." Şekil 3. Solda retraktör. Cerrahi operasyonlarda, cerrahi müdehaleyi yapabilmek için, müdehale edilecek yara ve ya kesi bölgesindeki, yağ veya et tabakasını, iki yana ayırmaya, çekmeye ve ya sabit tutmaya yarayan cerrahi alet.Sağda forseps. Ameliyatlarda dokuları tutmakta kullanılır. Anestezide kullanılan ve ağrı kesici özelliği olan "nitröz oksit" ve "kloroform"un 1844'de keşfedildiği, eterin ilk kez 1843'de kullanıldığı düşünüldüğünde, ameliyatın oldukça sancılı geçtiği tahmin edilebilir. Şekil 5'de Dieffenbach'ın ameliyat prosedürünü anlatan bir çizim vardır. Şekil 5. Dieffenbach (1841) tarafından kekemeliği tedavi etmek için uygulanan cerrahi bir prosedürün çizimleri Haberlerin Fransa'ya Ulaşması Dieffenbach yaptığı ameliyat sonrasında, hastasıyla konuştuğunda, hastanın tamamen iyileştiğini düşündü ve meslektaşlarına durumu şu sözlerle bildirdi: “Öncelikle sıkıntılı tartışmalardan kurtulmak için, kekemelik ameliyatımı ilk olarak 7 Ocak 1841'de, 13 yaşındaki Doenau'ya yaptığımı ve hastanın tamamen iyileştiğini beyefendi meslektaşlarıma bildiririm.” Görüldüğü gibi Dieffenbach, kendisini yeni ve devrim niteliğinde bir ameliyatın mucidi olarak gördü. Çünkü Dieffenbach, ameliyatın hemen sonrasında duyduğu konuşmanın, sürekli olarak korunacağını yani kişinin bundan sonraki hayatında da kekelemeyeceğini düşünüyordu ama yanıldı. Dieffenbach, “Instut de France”a ameliyat tekniğini daha detaylı anlattığı bir yazı yazdı. Bu yazı Fransa’ya ulaştığında tedavi olmak isteyen kekemeler, cerrahlara başvurdu. Cerrahlar da bu yoğun talebe karşılık verdiler. Yapılan Çeşitli Ameliyatlar Haberler Paris’e ulaştığında, her cerrah kendine göre bir ameliyat tekniği uyguladı. Literatür bize, kekemelik ameliyatı yapan cerrah sayısı kadar farklı ameliyat tekniği olduğunu gösteriyor. Mesela Dieffenbach’ın eski öğrencisi Phillips, 6 Şubat 1841’de iki ameliyat gerçekleştirdi. Ameliyatlarında kullandığı teknik, hastanın dilinin altında bulunan "genio-glossus (Bkz., Şekil 6)" kaslarını kesmekti. Resim 6. Genioglossus kası. Kafanın yandan görünümü. Fransız anatomist ve cerrah Velpau ise, 14 Şubat 1841’de halka açık bir şekilde ameliyat yaptı. Ayrıca Velpau, dilinin büyük olduğunu düşündüğü bir hastasının, dilinin ön kısmından üçgen bir parça kesti. Ancak daha sonra kendisi kekemelikle ilgili yapılan ameliyatlara karşı çıkacaktı.İdrar ve üreme yolları cerrahisinde ünlü olan Amussat’ın ise iki tane farklı tekniği vardı. Birinci tekniği, hastaların dil altında bulunan genioglossus (Bkz., Şekil 6) ve hyoglossus (Bkz., Şekil 7) kaslarının kesilmesi iken; ikinci tekniği, frenulum linguale (Bkz., Şekil 2)’nin alt çene ile bağlantısını kesmekti. Şekil 7. Hyoglossus kası. Kafanın yandan görünümü. İngiliz cerrah Yearsley ise, bu konuya daha farklı bir açıdan yaklaştı. Yearsley, kekemeliğin gırtlaktan gelen havanın dışarı atılamamasından dolayı olduğunu düşündüğü için hastalarının bademciklerini aldı. Kekemeler, ameliyat olmak için farklı cerrahlara koşarken, cerrahlar da kendi aralarında tartışmaya başladı. Guersant gibi bazı cerrahlar, uygulanan yöntemlerin tehlikeli ve etkili olmadığını söylerken; Amussat ameliyat ettiği kekeme hastalarını, ameliyattan kısa bir süre sonra, cerrahların karşısına çıkarıyor ve yönteminin işe yaradığını ispatlamaya çalışıyordu. Yearsley gibi bazı cerrahlar da, ilk ameliyatı Dieffenbach'ın değil kendisinin yaptığını iddia ediyor ve bu durumu kanıtlamaya çalışıyordu. İşler bu durumdayken korkulan olay oldu. Hasta Ölümleri Ameliyatlar, hız kesmeden devam ederken, 29 Nisan'da Amussat'ın genioglossus (Bkz., Şekil 6) ve hyoglossus (Bkz., Şekil 7) kaslarını keserek ameliyat ettiği hastası 17 Mayıs'ta öldü. Bu sırada Dieffenbach, Berlin'deki cerrahları ve doktorları ameliyat esnasında kan kaybına karşı dikkatli olmaları konusunda uyarıyordu. Kısa süre sonra ise Dieffenbach’ın korktuğu olay başına geldi. Genç bir tıp fakültesi öğrencisi, kekemeliğinden kurtulmak için, Dieffenbach'a başvurarak ameliyat olmak istedi ve hayatını kaybetti. Bu durumdan haberdar olan doktorlar ve ameliyat olan hastalarını uzun süreli dönemde inceleyen cerrahlar "herhangi bir kasın kesilmesinin kekemeliği tedavi etmediği"ni fark etmeye başladılar. Aynı zamanda Amussat ve Yearsley gibi cerrahlar, hastaların ameliyattan hemen sonraki konuşmalarını dinliyerek hastaların tedavi olduğuna ikna oluyorlardı. Yani hastaların ilerleyen zamanlardaki konuşması hakkında bilgileri yoktu. Hastalarını uzun süreli dönemde izleyen Velpau gibi cerrahlar ise, ameliyatla ilgili fikirlerini değiştirerek ameliyatın fayda sağlamadığını bildirdiler. Bu durum birçok Fransız ve Alman cerrahın şevkini kırdı. Paris'teki tıp çevrelerinde cerrahi tedaviye heves azalsa da, ülkenin daha ücra köşelerinde ameliyat furyası uzun süre devam etti. Bu cerrahların çoğu, kekemelerin bu ameliyatlardan fayda sağlayacağı varsayımıyla ameliyat yaptı. Ama yanıldılar. Maalesef şu an bile, bazı danışanlarımızdan "dil altı bağım kesilirse kekemeliğim bitermiş" cümlesini duyuyorum. Ne yazık ki bu çağ dışı ve etkisiz yöntemi öneren ve uygulayan şu an bile onlarca kişi var. Yazının sonuna gelirken hepinizin aklına şu soru takılmış olabilir: “Eee, ameliyat sonrasında kekemeler neden akıcı konuşmaya başladı?” Aslında bu sorunun farklı olası cevapları olabilir. Yazıda da gördüğünüz gibi cerrahlar, hastaların konuşmasını ameliyatın hemen sonrasında gözlemlediler. Hastaların ameliyatın hemen sonrasında, fiziksel şokun etkisinde kaldığı düşünülüyor. Yani ağız içindeki yaralar sebebiyle daha kontrollü, yavaş ve doğal olmayan bir şekilde konuşan hastaların kekemelikleri azalmış olabilir. Biliyoruz ki, yavaş ve doğal olmayan bir konuşmayla kekemelerin akıcılıklarında artış olabilir. Ama bu kekemeliğin bittiği ve tedavi edildiği anlamına gelmez. Hatta bu olay ile ilgili ilginç bir anekdot da anlatıyor. Yearsley'in ameliyat edip kekemeliğinin bittiğini belirttiği hastasının öğretmeni, öğrencisinin kekemeliğinin geçmediğini söyledi. Yearsley ise vakaları uzun süreli dönemde izlemeden, sonuçlarını çok hızlı yayınladığını kabul etti. Ama öğretmenin yalan söylediğini hatta ameliyatını eleştirelerin para aldığını iddia etti. Sonuç Eski zamanlardan kalma kekemelik olgusu konuşma kadar eski olup her sosyal grupta bulunur. Dili nasıl ürettiğimiz, nasıl edindiğimiz halen bilinmez olduğu için kekemelik ve diğer konuşma bozuklukları daha az anlaşılmış ve hakkında birçok teori üretilmiştir. Kekemeliğin "neden" ortaya çıktığına dair teoriler de bazı "tedavi" yöntemlerini hayata geçirmiştir. Bilimin ilerlemesiyle şu an biliyoruz ki; kekemeliğin nedeni "fizyolojik bir sorun"dan kaynaklı değildir. Yani kekemelerin dillerinde veya konuşma yapılarında herhangi bir sorun olduğu için kekelemeye başlamazlar. Bu yüzden de dil kaslarının veya dil altı bağının kesilmesi kekemeliği tedavi etmez. Şu an net olarak kekemeliğe neyin sebep olduğunu bilemesek de yapılan çalışmalar, nörolojik faktörlerin üzerinde duruyor. Şu an biliyoruz ki; kekemeliğin net bir tedavisi olmamakla birlikte bu durum dil ve konuşma terapisiyle kontrol altına alınabiliyor. Yani kekemeliğinizden şikayetçiyseniz, başvuracağınız uzman bir dil ve konuşma terapistidir.
Devamını oku
- Kekemelik | Terapist Seçerken Nelere Dikkat Etmelisiniz?
- Kekemelik terapisine başlamaya karar verdiyseniz serinin ilk yazısını okudunuz, motivasyonunuz olduğuna ve kekemeliğiniz için bir adım atmaya karar verdiniz demektir. Tebrikler! Şimdi ikinci en önemli konu terapisti nasıl seçeceğinizdir. Eminim hepiniz Instagram’da, Youtube’da hatta sokaktaki reklam tabelalarında kekemelikle ilgili birçok yazıya veya ilâna denk gelmişsinizdir. Peki bunlardan hangisinin sizin için doğru olduğuna nasıl karar vereceksiniz? Terapist seçimi, kekemelik terapisinde çok önemlidir. Terapistle olan uyumunuz ve uygulanan teknikler, terapinizi şekillendirecek ve terapinin verimini büyük ölçüde değiştirecektir. Peki size en uygun ve doğru terapisti nasıl seçersiniz? 1. Diploma Terapist seçerken göz önünde bulundurmanız gereken en önemli madde terapistin eğitimidir. Terapistinize şikayetinizi bile anlatmadan önce diplomasını, hangi üniversiteden ve hangi bölümden mezun olduğunu sormanız çok önemli. Bunu sorarken ayıp olur mu diye düşünmenize gerek yok, eğitimine güvenen bir terapist size gönül rahatlığıyla eğitimi ile ilgili detayları verecektir. Ne yazık ki yıllar boyunca alakasız meslek grupları kekemelikle ilgili çalışmış (!) hatta bir meslek sahibi bile olamamış kişiler, kekemeliği tedavi edeceklerini söyleyerek kurslar açmış ve umut tacirliği yapmışlardır. Maalesef günümüzde de bu tarz yerler varlığını sürdürmektedir. Her çağdaş ülkedeki gibi ülkemizde de Dil ve Konuşma Terapisi lisans bölümü bulunmaktadır. Bu lisans programında da danışanlara bilimsel yöntemler uygulanmaktadır. Gitmeyi planladığınız kurum ve kişilere mutlaka diğer işlerinizde olduğu gibi, konu hakkındaki ehliyetinin yani diplomasının sorulması gerekir. Nasıl ki tıp diploması olmayan birinin size kalp ameliyatı yapmasına izin vermeyeceğiniz gibi; ilişkilerinizi, işinizi ve psikolojinizi, kısacası hayatınızı büyük ölçüde etkileyen kekemeliğiniz için de diplomalı bir dil ve konuşma terapistinden yardım almanız çok önemlidir. Bu sayede hem hayal kırıklığı yaşamamış hem de bu tarz para tuzaklarına düşmemiş olursunuz. Ayrıca bu tarz yerleri denemek, her yolu denedim ama kekemeliğimde bir ilerleme olmuyor diye düşünmenize sebep olup, kekemeliğinizi ve hayatınızı olumsuz şekilde etkileyebilir. Terapistiniz; Dil ve Konuşma Terapisi veya Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı diplomasına sahip olmak zorundadır. Farklı bir meslek grubu, kekemeliğinizle ilgili size herhangi bir müdahalede hatta öneride bile bulunamaz. 2. Terapi Bitişi İçin Süre Verilmemesi Evet, terapi sürecine başlarken bu terapinin süresinin ne kadar süreceğini merak ediyor olmanız kadar doğal hiçbir şey yok. Bir de reklam tabelalarında, sosyal mecralarda maruz kaldığımız; "14 günde kekemeliğe son!" yazılarıyla, tedavi için bir süre belirtilmesini bekliyor olabilirsiniz. Kekemeliğinizin değerlendirilmeden, kekemelikle ilgili oluşan duygu düşünceleriniz bilinmeden ve daha sizi tanımadan bir süre verilmesi sizce mantıklı mı? Eğer bir kişi; daha sizi görmeden terapi için bir süre verdiyse ("Tamam tamam, 1 ayda hallederiz bu sorunu" gibi) lütfen oradan koşarak uzaklaşın. Kimse kekemeliğinizi, kekemelikle ilgili duygu ve düşüncelerinizi, kekemelik hikayenizi ve daha birçok unsuru bilmeden ne yapmanız gerektiğini söyleyemez. Terapi programı bireyseldir ve kişiye göre hazırlanmalıdır. Terapi programı bireysel olduğu için, süre de kişiden kişiye göre değişmektedir. 3. Klinik Uyum Terapistin diplomasını gördünüz, hala sorgulama süreciniz bitmiyor. Terapi bir süreçtir ve bu süreç boyunca sorgulanması gereken önemli noktalardan biri de klinik uyumdur. Terapi devam ediyor ama "olmayan bir şeyler var" gibi hissediyor olabilirsiniz. Terapist, danışan ve ailenin uyum içinde çalışması, danışanın kekemelikle ilgili duygu düşüncelerini terapistine rahatça ve güvenerek anlatması, ailenin aklına takılan sorulara yanıt bulması ve kişiler arasında uyum olması çok önemlidir. Klinik uyumun olmadığı durumlarda, terapilere katılmak istemeyebilir veya terapiden çıkınca mutlu hissetmeyebilirsiniz. Böyle bir durum yaşıyorsanız, bu durumu düşünmeniz ve nedenlerini sorgulamanız gerekir. Mutlu olmadığınız bir ortamda bir şeyler edinmeniz ve kendinizi açmanız çok zor olacaktır. Böyle bir sorunu çocuğunuz yaşıyorsa, neden seanslara katılmak istemediğini çocuğunuza sorabilir, bu durumu terapistinizle paylaşabilir ve bu durum hakkında neler yapmanız gerektiğini tartışabilirsiniz. Çözüm, çocuğunuzu zorla seansa götürmek değildir. Bu tarz sorunları ve aklınızdakileri terapistinizle paylaşıp bir çözüm yolu arayabilirsiniz. Böylesi durumlarda uygulanan yöntemin değiştirilmesi, terapi sıklığı/süresi değişikliği veya terapist değişikliği çözüm olabilir. 4. Uygulanan Teknikler Terapide ne tür teknikler uygulanıyor? Bu teknikleri günlük hayatınızda uygulayabiliyor musunuz? Kekemelikle ilgili duygu ve düşüncelerinize terapi seanslarında yer veriliyor mu? Eğer terapi seansında sürekli şiir/kitap okuyup, nefes egzersizi çalışıyorsanız, güncel olmayan teknikleri deniyorsunuz demektir. Terapi seanslarında bilimsel ve güncel çalışmaların uygulanması gereklidir. Güncel ve bilimsel yaklaşımlarda sesli kitap okumak, ağız içine kalem koyarak okuma yapmak, nefes egzersizleri veya mum üfleme vb. yoktur. Şu an bilimsel ve güncel yaklaşımlar; kişinin kekemeliğini tanıması, kekemelikle ilgili duygularını/düşüncelerini tanıması, günlük hayatta uygulanabilir konuşma tekniklerinin kullanımını içerir. Güncel ve bilimsel yaklaşımların uygulanmadığı durumlarda; "Ne yapsam bende işe yaramıyor!" düşüncesiyle kişilerde umutsuzluk görülebilir. Bu umutsuzluk, kekemeliği ve kaçınma davranışlarını artırarak kişinin sosyal ilişkilerde zorluk yaşamasına sebep olabilir. Bu yüzden terapi süreci boyunca uygulanan tekniklerin üzerinizde nasıl bir etki yarattığını izlemeniz ve bu izlenimlerinizi terapistinizle paylaşmanız gereklidir. Şehrinizde size uygun bir dil ve konuşma terapisti yoksa veya terapi almak istediğiniz terapist başka bir şehirdeyse online terapiyi düşünmenizi öneririm. Online terapi ile ilgili aklınızda soru işareti varsa ilgili yazıyı okuyabilirsiniz. Bu yazıyla ilgili soru ve düşüncelerinizi yorumlarda belirtebilirsiniz.
Devamını oku
- Daha Önce Kekemelik Terapisi Aldım, İşe Yaramadı.
- Daha önce "14 günde kekemeliğe son" sloganını kullanan merkezlere gittiniz mi? Veya gittiğiniz terapide sürekli sesli kitap, şiir okuyup, nefes egzersizleri çalıştınız mı? Bu yöntemleri deneyip kekemeliğinizde bir gelişme görmemiş olmanız ve "Kekemeliğim için terapi de aldım ama işe yaramadı." diye düşünmeniz gayet doğal. Sizce de evde yeterince sesli kitap okumadığınız için mi kekemeliğinizde bir gelişme olmadı? Problem siz veya kekemeliğiniz mi? Yoksa, uygulanan yöntemler mi? Kekemelik, yüzyıllardır var olan ve insanların farklı tekniklerle çözüm bulmaya çalıştığı bir durum. Eminim ağzının içine taş doldurarak konuşmanın, mum üflemenin, sesli kitap okumanın kekemeliği azalttığı, hatta bitirdiği (!) ile ilgili hikayeler duymuş, belki de bunları bir umut denemişsinizdir. Yukarıda saydıklarımı denemiş ve bir sonuca ulaşamamanızın sorumlusu siz veya kekemeliğiniz değil. Sorun; size bilimsel olmayan, hatta yanlış yöntemler uygulayan bu tarz kurum(!) ve kişilerde. Kekemelikle ilgili bilimsel olmayan inanışlar sadece bizim kültürümüzle sınırlı değil. Yapılan bir çalışmada, Hindistanlı 132 katılımcıdan %45'i, dil ve konuşma terapisini bilmediklerini, kekemeliğin tedavisinin de deniz kabuğuna üflemek olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kekemeliğin, dilin dönememesinden, solak çocukların sağ el kullanmaya zorlanmasından veya annelerin çalışmaya başlamasından vb. nedenlerden kaynakladığını aktarmışlardır. Aynı araştırmada Afrika kökenli katılımcılar ise, aynaya bakarak sesli kitap okumak, halka şeklinde bir kolye takmak, dilin altına çakıl taşı koyup o şekilde konuşmaya çalışmak gibi yöntemlerin kekemeliğin tedavisi olduğunu belirtmişlerdir. 19. yüzyılda kekemeliğin, ağız boşluğundaki fizyolojik bir sorundan kaynaklandığı düşünülüyordu. Hatta Alman cerrah Johan Frederick Dieffenbach (1795-1847), dilin bir kısmının kesilmesiyle yapılan bir ameliyatla, kekemeliği tedavi ettiğini iddia etmişti. Neyse ki bilimin ilerlemesiyle, kekemeliğin fizyolojik sorunlardan kaynaklanmadığı kanıtlanmış ve çağımızda bu tür yaklaşımlar son bulmuştur. Günümüzde kekemelikle ilgili güncel çalışmalarda kişinin kekemeliğini, kekemelikle ilgili duygu ve düşüncelerini izlemesi, kekemeliğin hayata olan etkilerinin belirlenmesi ve kişinin kekemelikle ilgili günlük hayatta uygulayabileceği tekniklerin kullanımı yer alır. En önemlisi de bu yöntemlerin "bireysel" yani kişiye özgü olmasıdır. Her çağdaş ülkedeki gibi ülkemizde de Dil ve Konuşma Terapisi lisans bölümü bulunmaktadır ve bu lisans programında danışanlara bilimsel yöntemler uygulanmaktadır. Gitmeyi planladığınız kurum ve kişilere mutlaka diğer işlerinizde olduğu gibi, konu hakkındaki ehliyetinin yani diplomasının sorulması gerekir. Nasıl ki tıp diploması olmayan ama kendine doktor diyen birinin size kalp ameliyatı yapmasına izin vermeyeceğiniz gibi; ilişkilerinizi, işinizi ve psikolojinizi kısacası hayatınızı büyük ölçüde etkileyen kekemeliğiniz için de diplomalı bir dil ve konuşma terapistinden yardım almanız çok önemlidir. Bu sayede hem hayal kırıklığı yaşamamış hem de bu tarz para tuzaklarına düşmemiş olursunuz. Unutulmamalıdır ki terapistinizin eğitim kalitesi ve sizinle iletişiminin, kekemeliğinize olduğu kadar motivasyonunuz üzerinde de büyük bir rolü vardır. Daha önce terapi aldım ama işe yaramadı diye düşünüyorsanız lütfen bir daha düşünün. Belki kekemelikle ilgili aldığınız eğitim ve uygulatılan çağ dışı yöntemler terapi değildir. Umarım bu yazıdan sonra kendinize ve kekemeliğinize, gerçek bir terapi şansı verebilirsiniz? Terapist seçerken nelere dikkat etmeniz gerektiğiyle ilgili bir yazıyı da önümüzdeki günlerde yayınlamayı düşünüyorum. Bu yazı hakkındaki görüşlerinizi aşağıdan yorum yaparak / beğenerek gösterebilirsiniz. Terapiye başlamayı düşünüyorsanız ilgili yazıyı okuyabilirsiniz.
Devamını oku
- Çocuğunuzun Kekeme Olması Sizin Suçunuz Olabilir Mi?
- "Kesin benim yüzümden oldu, sesimi o kadar yükseltmemeliydim." "Eşimle kavgamıza şahit oldu, o yüzden kekelemeye başladı." "Şehir dışına çıktım, çocuğum beni özledi, o yüzden kekeledi. Bu yüzden herkes beni suçluyor." Çocuğunuz kekelemeye başladığında, yukarıdaki suçlayıcı düşünceleri aklınızdan geçirmiş veya çevrenizden sizi suçlayacak ifadeler duymuş olabilirsiniz. Bu tarz suçlayıcı düşünceler, aile üyeleri arasındaki ilişkiyi kötü yönde etkileyip çocuğunuzun kekemeliğine yardımcı olmayı zorlaştırabilir. Çocuğunuz kekemeyse haklı olarak, kendinize sorduğunuz ilk soru "Ne oldu da akıcı konuşan çocuğum kekelemeye başladı?" olmuş olabilir. Aslında bu soruyu merak eden sadece siz değilsiniz. Bu soru, yüzyıllardır insanlar ve bilim insanları tarafından sorulmuştur. Antik Yunan'da kekemeliğin dil kuruluğundan dolayı olduğu düşünülürken, 19. yüzyıla gelindiğinde konuşma düzeneğinde bir sorun olduğu düşünülmüş ve ağız içine aparatlar(Bkz: Şekil 1) hazırlanıp, kekeme kişilere kullanım için önerilmiştir. Günümüzde ise eski teorilerin yerini gen çalışmaları ve nörolojik görüntüleme çalışmaları almıştır. Şekil 1: Solda, Gardner tarafından 1899'dan dile yapay olarak ağırlık eklemek için bir cihaz vardır (Amerika Birleşik Devletleri patent numarası 625,879). Sağda, 1912'den Peate tarafından daha karmaşık bir konuşma cihazı vardır (Birleşik Devletler patent numarası 1.030,964). Tabii aileler de bu soruyu farklı şekillerde yanıtlamaya çalışırlar. Bazı aileler kendilerini, eşlerini veya ev hayatlarını suçlarken, bazı aileler de korku, heyecan gibi psikolojik faktörleri sebep olarak görürler. Peki gerçekten kekemelik ebeveynler yüzünden mi ortaya çıkar? Eminim hepimizin ev hayatında bazı tartışmalar, ses yükselmeleri ve anlaşmazlıklar olmuştur. Eğer kekemelik, sizin ev hayatınızda yaşadığınız bir tartışmadan, boşanma sürecinden veya anlaşmazlıklardan dolayı ortaya çıkmış olsaydı, çoğu çocuk kekeme olmaz mıydı? Tıp dünyası, hastalıklardaki “sebepler” ve “tetikleyiciler” arasında ayrım yapmaya başlamıştır.Sebep, hastalığın veya bozukluğun altında yatan temel iken; tetikleyici, bozukluğa yatkın kişilerde bozukluğu tetikleyen / semptomun ortaya çıkmasına neden olan şeydir. Kekemeliğin sebebi şu anda bilinmemektedir. Yapılan araştırmalarda sebeplerin, genetik faktörler ve beyin anatomisinde ve aktivitesinde görülen farklılıklar olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle günümüzdeki çalışmalar, genetik ve nörolojik faktörler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Genetik çalışmalar; mutasyona uğrayan genlerin analizi, aile hikayeleri ve ikiz çalışmaları kullanılarak sürdürülmektedir. Yapılan çalışmalarda, kekeme insanların ailesinde de kekeme birinin olma olasılığı %30-%60 arasında değişirken; kekeme olmayan insanların aile hikayesinde bu skor %10'dan daha aza düşmektedir. Yapılan ikiz çalışmaları da bu çalışmaları desteklemektedir. Yapılan bu çalışmalar genetik faktörün önemini gözler önüne sermektedir fakat kekemeliği tek başına da genetik faktörlerle açıklayamamaktadır. Yani; ailenizde daha önce kalp hastalığı veya şeker hastalığı geçirmiş birisi varsa, sizin de bu hastalıkları geçirme riskiniz vardır ancak %100 kalp hastası olacaksınız diyemeyiz. Kekemeliğin genetikle açıklanmasını da buna benzetebiliriz. Bazı aileler çocukları kekelemeye başladığında yaşadıkları bir stres olayını kekemeliğin sebebi olarak kabul eder. Aslında bu stres olayları sebep değil, tetikleyicidir. Buradaki en önemli nokta, tetikleyici faktörlerin kontrolümüzde olmadığıdır. Yani altta yatan durum tetiklenmeye duyarlıysa (çocuğunuzun kekemeliğe yatkınlığı varsa), sizin iradenize bağlı olmadan ortaya çıkacaktır. Evet, rahatça bir nefes alabilirsiniz. Şu ana kadar görünen o ki; suçlu ne sizsiniz ne eşiniz ne de çocuğunuz. Ama çocuğunuzun kekemeliğine yardım etmek sizin elinizde. Çünkü kekemelik sizin ya da aileniz yüzünden başlamasa da ruh hali, duygu durumu ve aile düzeni gibi faktörler kekemeliğin artmasında ve azalmasında önemli rol oynar. Yazı hakkındaki görüşlerinizi aşağıdan yorum yaparak / beğenerek gösterebilirsiniz. Çocuğunuzun kekemeliğine yardımcı olabileceğiniz 5 ipucunu da bu yazıda okuyabilirsiniz. Bu yazıyı hazırlarken faydalandığım referanslara da aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Devamını oku
- Çocuğum Konuşmuyor. Ne Yapmalıyım?
- Çocuğunuz 2 yaşına geldi ama hala her şeyi işaretlerle, bağırarak anlatıyor ve derdini bir türlü sözcüklere dökemiyor olabilir. Çevrenizdekiler "Bekle, konuşur." diyor ama siz içten içe telaşlanıyor ve ne yapacağınızı bilemez bir halde bu yazıyı okuyor olabilirsiniz. Bu yazıda, çocuğunuz konuşamıyorsa neler yapabileceğinizi 3 maddede inceleyeceğiz. Çocuklar doğmadan önce sizinle iletişim kurmaya çalışır. Doğduktan sonra da bu iletişim kurma şekli çeşitlenerek devam eder. Göz teması kurmaya, sizinle birlikte gülmeye, nesneleri işaret etmeye, sesler ve sözcükler çıkarmaya başlar. Yani deneyimlerini sizinle paylaşmaya çalışır. Bazı çocuklar bu iletişim basamaklarının bazılarında sorun yaşayabilirler. Yaşadıkları sorun; bazen hiçbir sebebe bağlı değilken, bazen farklı sendromlar ve etmenlere bağlı olabilir. Siz de çocuğunuz size derdini anlatamadıkça endişelenip, kelime kartları alıp kelime öğretmeye çalışıyor veya hangi uzmana başvuracağınızı bilmiyor olabilirsiniz. Gittiğiniz uzmanlar "4 yaşına kadar bekleyin." veya "Kreşe gönderin düzelir." demiş de olabilirler. Hatta bazı uzmanlar ise nefes egzersizi, mum üfletme, balon şişirme ve dudak yalama gibi çok yanlış, hiçbir etkisi ve bilimsel yönü olmayan yöntemleri çocuğunuz üzerinde denemiş de olabilir. Peki bu düşünceler ve sizin evde yaptıklarınız doğru mudur? Doğru yaklaşımlar nelerdir? 1. Kelime Kartlarını Söyletmeye Çalışmayın! Kendinizi çocuğunuzun yerine koyun. Evde size sürekli bir şeyler öğretmeye çalışan biri olsa ne hissederdiniz? Dil; kartlarla, kartları tekrarlatarak veya harfleri öğreterek edinilmez. Peki dil nasıl edinilir? Dil, doğal ve eğlenceli bir ortamda edinilir. Yani çocuğunuza elma resmi gösterip "Bak! Elma. Haydi sen de söyle." diyerek çocuğunuza hem sözcük öğretemezsiniz hem de çocuğunuzun sıkılmasına sebep olursunuz. Siz sıkıldığınız bir ortamda yeni şeyler öğrenmeye açık olur musunuz? Çoğu insanın ve çocuğunuzun da cevabı "Hayır!" olacaktır. Peki kelime kartları yerine ne yapmalısınız? Çocuğunuzla gerçek bir elma keserken "Aaa elma. Imm tatlı." girdilerini verip, çocuğunuzun elmanın dokusuna dokunmasına, tadını almasına ve tat duyusuyla sözcüğü birleştirmesine izin verebilirsiniz. 2. Uzun Cümleleri Kısaltın. Çocuğunuzla nasıl konuştuğunuza hiç dikkat ettiniz mi? Terapide ebeveynlerde en sık gözlemlediğim şey, çocuklarıyla konuşurken çok uzun cümleler kurmaları oluyor. Düşünün; sadece sesler çıkaran, daha sözcük kullanmayan 2 yaşında bir çocuğunuz var ve basket atmaca oynuyorsunuz. Basket atarken de amacınız eğlenmek değil. Tabii ki renkleri öğretmek. "Haydi mavi topu atalım. Haydi bakalım mavi topu potanın içine at." gibi uzun cümleler kurduğunuzda sizce çocuğunuz hangi kelimeye odaklanmalı, hangi kelimeyi üretmeyi denemeye çalışmalı? Çocuğunuzun işi biraz zor değil mi? Haydi çocuğunuzun işini biraz kolaylaştırıp çözümü bir formül şeklinde yazalım; "çocuğunuzun söyleyebildiği sözcük + 1 sözcük". Bu formülü uygulayarak sesler ve sözcükleri birleştirerek çocuğunuza model olabilirsiniz. Yukarıdaki örnekten yola çıkarsak "Haydi mavi topu atalım." yerine; "Hoop, at!", "Aaaa, düş!" girdilerini eğlenceli bir ses tonuyla sunarak, çocuğunuzun ses çıkarmayı denemesi için bir fırsat yaratmış olursunuz. Yolda yürürken "Ağacın dallarına bak, çok uzun değiller mi?" demek yerine; "Aaa, Aaağaç. Uuuuzun dallar. Cik cik cik, kuş." şeklinde girdiler vermeyi deneyebilirsiniz. Çocuğunuzun dil gelişimini desteklemek için kullandığınız dilin sayıca ve içerik bakımından zengin olması gereklidir. Ama bu kullandığınız dilin karmaşık, sıkıcı ve sürekli öğretici olması gerektiği anlamına gelmez. Çocuğunuza uzun bir olay anlatmak istiyorsanız cümlelerinizi bölerek, söylediğiniz şeye işaret ederek ve konuşma hızınızı yavaşlatarak yapabilirsiniz. Yolda yürürken arabalar hakkında bahsedebilirsiniz. "Kırmızı arabaya baksana çok hızlı gidiyor." demek yerine arabayı işaret ederek "Düt düt! Araba. Kırmızı, kırmızı araba. Uuuu! Çok hızlı" gibi. 3. Zaman Kaybetmeden Dil ve Konuşma Terapistinden Randevu Alın. Yukarıda anlattığım her madde, yanlış bir yöntem uygulamamanız için hazırlanmış "ilk yardım müdahalesi" gibidir. Asıl yapmanız gereken bir "ambulans" çağırmaktır. Yani, bir dil ve konuşma terapistine gitmektir. Maalesef bazı aileler yanlış bilgilendirmelerle, çocuklarının konuşmasını 5-6 yaşına kadar bekleyerek zaman kaybediyorlar. Beyin gelişiminde, ilk 3 yaş kritik dönem olarak adlandırılır. Yani ilk 3 yaşta başlayacağınız terapinin, çocuğunuza ve size olan verimi daha yüksek olacaktır. O yüzden çocuğunuzun iletişim kurmakta zorlandığını fark ettiğiniz ve endişelerinizin başladığı noktada, bir dil ve konuşma terapistinden değerlendirme randevusu almak çok önemlidir. Değerlendirme seansında; çocuğunuzun dil gelişimi becerileri değerlendirilerek, terapiye ihtiyaç duyup duymadığına karar verilir. Eğer terapiye ihtiyaç duyulursa çocuğunuza özgü bir yol planı hazırlanır. Bu yazı hakkındaki görüşlerinizi aşağıdan yorum yaparak / beğenerek gösterebilirsiniz. Çocuğunuzla etkili konuşmanın püf noktalarıyla ilgili de "Peki Nasıl Konuşalım?" serisinin ilk yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Devamını oku
- Çocuğumun Konuşması Anlaşılmıyor. Ne Zaman Uzmana Başvurmalıyım?
- Çocuğunuz, farklı bir ortama girdiğinde çevredekilerden "Ne diyor?" sorusunu sıklıkla duyuyor ve ne yapacağınızı, kime başvuracağınızı bilmiyor olabilirsiniz. Bu yazımızda anlaşılırlık problemini inceleyeceğiz. Çocuklar, konuşmayı hata yaparak ve hatalarını düzelterek öğrenirler. Erken dönem çocuklukta, çocuğunuzun bazı sesleri üretemediğini ve sözcükleri yanlış söylediğini fark etmişsinizdir. Hatta bu, size çok tatlı bile gelmiş olabilir. Son dönemde bazı ünlülerin, çocuklarının yanlış söylediği kelimeleri dövme yaptırdığını da görmüşsünüzdür belki. Peki bu yanlışlar ne zaman bitmeli ve biz ne zaman endişe duymaya başlamalıyız? Her sesin belli bir edinim zamanı vardır. Bazı sesler erken dönmede edinilirken (/t/, /p/), bazı sesler (/r/) ise daha geç dönemde edinilir. Yani çocukların, sözcüklerde ve seslerde yaptığı hataları belli bir yaşta düzeltmesi beklenir. Bazı çocuklar bu aşamada zorlanıp hatalı üretimler yapmaya devam ediyor ve yardıma ihtiyaç duyuyor olabilir. Yaşa uygun olmayan görülen bu hataların bütününe "sesletim ve ses bilgisi bozukluğu" adı verilir. Peki, hangi yaşta bu hataları normal olarak görmeyiz? Çocuğunuz; 2 yaşına geldiyse konuşma anlaşırlığının yaklaşık %50 oranında anlaşılır olmasını bekleriz. 3 yaşına geldiğinde bu oranın %75'e yükselmesini bekleriz. Yani çevredekiler ve siz çocuğunuzu rahatlıkla anlıyor olmalısınız. 4 yaşına geldiğinde bu oranın %100'e yakın olmasını bekleriz. Yani çocuğunuzun anlaşılırlığı bir yetişkin anlaşılırlığı kadar olmalıdır. Eğer bu yaşlarda bir gecikme olduğundan dolayı endişe duyuyorsanız, bir dil ve konuşma terapistine başvurarak detaylı bir değerlendirme talep edebilirsiniz.
Devamını oku
- Kekemelik Neden Artar?
- Bazı durumlarda konuşurken hiçbir engele takılmadan rahatlıkla konuşabiliyorken, bazı zamanlarda kekemeliğinizin arttığını gözlemliyor ve bu duruma anlam veremiyor olabilirsiniz. Kekemeler genellikle kendileriyle veya hayvanlarla konuşurken kekelemez. Ama yanında başka biri olduğunda kekemeliği artabilir veya kişi, öğretmeniyle konuşurken kekemeliğinin sıklığı artarken, arkadaşıyla konuşurken daha az kekeleyebilir. Peki kekemelik neden bu kadar değişkendir? 1. Ruh Haliniz Mutlu, sinirli veya heyecanlı olmanıza göre kekemeliğiniz değişebilir. Bazı insanların sinirlenince kekemeliği azalırken, benim gibi bazılarının da kekemeliği artabilir. Unutmayın, kekemelik parmak izi gibidir. Yani hangi duyguda, “kekemeliğiniz nasıl etkileniyor?” sorusunun cevabını kendinizi izleyerek bulabilirsiniz. Cevabını bulmakta ve kendinizi izlemekte zorlanıyorsanız, terapistiniz size yardımcı olacaktır. Çünkü terapinin en büyük amaçlarından biri, kendini izlemeyi öğrenmektir. 2. Yanında Bulunduğunuz Kişi/Kişiler - Ortam Bazı arkadaşlarınızın yanında daha rahat iken, bazılarının yanında daha gergin olabilirsiniz. Kekemelik de tabii ki bu durumdan etkilenir. Mesela, annenizin yanında olan kekemeliğinizle babanızın yanında olan kekemeliğiniz birbirinden farklı olabilir. Bir iş görüşmesine gittiğiniz veya yeni bir insanla tanıştığınız andaki kekemeliğinizin sıklığıyla, ev ortamındaki kekemeliğiniz birbirinden farklı olabilir. Kekemeliğiniz en çok kimin yanında ve hangi ortamlarda artıyor? Bu sorunun cevabını düşünmek ve o an ne hissettiğinizi, ne düşündüğünüzü keşfetmek terapinin içeriğini şekillendirerek, terapinin verimine fayda sağlayacaktır. 3. İçsel Düşünceleriniz "Kekelememeliyim!" "Acaba kekelersem benim hakkımda ne düşünür?" Yukarıdaki düşünceleri içinizden geçiriyor musunuz? Eğer geçiriyorsanız o anda üzerinizde bir baskı kurup endişelenmeniz, bu yüzden de sanki kekemeliğiniz hiç bitmeyecek gibi hissetmeniz çok doğal. İçsel düşünceler, kekemeliğinizin artmasında veya azalmasında rol oynayan önemli faktörlendendir. Seanslarda içsel düşünceler ve bu düşüncelerin hayata olan etkisi ele alınarak ilerlenir. Ne Yapabilirsiniz? Kendinizi dışarıdan bir gözle, objektif bir şekilde izlemek size fayda sağlayabilir; "Acaba hangi ortamlarda, kimlerle konuşurken kekemeliğim artıyor?" "Kekelediğim zaman hangi düşünce baskın oluyor?" "Kekemeliğin hayatıma etkisi nedir?" Yukarıdaki soruları düşünmek ve bu soruların cevaplarını not almak, aldığınız notları dil ve konuşma terapistinizle paylaşmak, terapinin verimine katkı sağlayacaktır. Kesin bir dille "... sebepler kekemeliği arttırır." denilememesinin sebebi kekemeliğin bireysel doğasıdır. Aynı sebeple "Ne yapılabilir?" sorusuna, kesin bir öneri de verilmesi mümkün değildir. İşte bu yüzden kimse kekemeliğinizi, kekemelikle ilgili duygu ve düşüncelerinizi, kekemelik hikayenizi ve daha birçok unsuru bilmeden ne yapmanız gerektiğini söyleyemez. Terapi programı bireyseldir ve kişiye göre hazırlanmalıdır. Özetle; Kekemeliğin bireysel doğasının gereği kişiden kişiye farklılık gösterdiğinden, net öneriler verilmemesi, sizin için doğru yöntem ve tekniklerin belirlenmesi için mutlaka bir dil ve konuşma terapisti ile görüşmeniz gerekir. Dil ve konuşma terapisti seçerken nelere dikkat etmeniz gerektiği ile ilgili bu yazıyı okuyabilirsiniz. Aklınıza takılan soruları/ düşünceleri yorumlarda belirtebilirsiniz.
Devamını oku
- Çocuğunuz Kekelemeye Başladıysa 5 Maddede Ne Yapmalısınız?
- Bir sabah uyandınız ve daha önce hiç kekemeliği olmayan çocuğunuzun kekelemeye başladığını fark ettiniz. Bu durumdan dolayı endişelenip, ne yapacağınızı, nasıl davranacağınızı bilememeniz çok doğal. Bu yazıda, çocuğunuz kekemeyse nelere dikkat etmelisiniz ve ne yapmalısınız konusunu inceleyeceğiz. Kekemelik, genellikle 2-6 yaşında ortaya çıkan ama neden ortaya çıktığı tam olarak bilinmeyen bir konuşma bozukluğudur. Çevremde kekemelikle ilgili sıklıkla "çocuğum korktu, kavgamızı gördü, nazar değdi kekelemeye başladı." gibi hurafeler duyuyorum. Bu hurafelerin kesinlikle bilimsel bir karşılığı yoktur. Yani, çocuğunuzun kekeme olmasında sizin veya bir başkasının suçu yoktur, diyebiliriz. Kekemelik, nedeni tam olarak bilinemediği için gizemini hala sürdürmektedir. Yapılan son araştırmalar; kekemeliğin nörolojik faktörleri üzerinde durmaktadır. Çocuğunuz bir anda kekelemeye başladıysa endişelenebilir ve çocuğunuza iyi geleceğini düşündüğünüz için kekelediğinde "yavaş ol, önce düşün sonra konuş." gibi önerilerde bulunuyor olabilirsiniz. Kekemeliği çocuğunuzun dikkat çekmek için yaptığı bir davranış olarak adlandırıyor veya biraz bekleyelim kendiliğinden geçer, diye düşünüyor da olabilirsiniz. Peki bu yaklaşımlar doğru mudur? Doğru yaklaşımlar nelerdir? 1. Çocuğunuz Konuşurken "Yavaş ol, sakin konuş." Gibi Önerilerde Bulunmayın Kendi konuşmanızı yavaşlatmak veya önceden ne söyleyeceğinizi düşünmek size iyi gelebilir. İyi niyetli bir şekilde size iyi gelen bir şeyi çocuğunuza da öneriyor olabilirsiniz. Ama ne yazık ki, kekemelikte yavaş olmak, sakin kalmak her zaman da mümkün olmayabileceği gibi her zaman işe de yaramaz. Kekemelik farklı bir durumdur. Üstelik bu tarz uyarıları duyan çocuklar, konuşmasının kötü olduğunu düşünerek zamanla daha az konuşmaya başlayabilir, konuşurken üzerlerinde bir iletişim baskısı hissedecekleri için kekemelikleri daha da artabilir. 2. Yenilikleri Önceden Haberdar Edin Çocuğunuzla birlikte öğlen bir arkadaşınıza gideceksiniz. Bunu gitmeden hemen önce değil de iki üç saat öncesinden veya belliyse bir gün öncesinden çocuğunuza söyleyebilirsiniz. Böylelikle çocuğunuz yeniliğe karşı kendi duygularını hazırlamak için zaman bulabilir. Duygularını ve düşüncelerini önceden hazırlamak çocuğunuzun kekemeliğini de olumlu yönde etkileyebilir. 3. "Hadi Hadi!"den Uzak Durun Hayatınız veya iş temponuz yoğunsa evden çıkış anlarınızda, bir yere yetişmeye çalışırken kendinizi sürekli "Hadi! Hızlı olalım, geç kalacağız." derken bulabilirsiniz. Hayat temposunun hızlanması, kekemeliği artırabilir. Bu maddeyi uygulamak, haklı olarak, çoğu aile için zor olabilir. Temponuzu yavaşlatmakta zorlanıyorsanız, önceden haber verme stratejisini kullanabilirsiniz. Mesela; sabah evden çıkma anlarında kaos yaşıyor olabilirsiniz. Bu anlarda çocuğunuzla bir gece önceden kıyafetlerinizi belirlemek, evden çıkış saatiniz hakkında konuşmak, kahvaltıda ne yiyeceğinizi belirlemek işinizi kolaylaştırabilir. 4. Konuşmanızı Yavaşlatın Çocuğunuz kekelediğinde çocuğunuza yardımcı olmak istiyorsanız, göz temasını bırakmadan, çocuğunuzun sözünün bitmesini bekleyerek ve kendi konuşmanızı yavaşlatarak destek olabilirsiniz. 5. Dil ve Konuşma Terapistinden Randevu Alın Yukarıda anlattığım her madde, yanlış bir yöntem uygulamamanız için hazırlanmış "ilk yardım müdahaleleri" gibidir. Asıl yapmanız gereken bir "ambulans" çağırmaktır. Yani bir dil ve konuşma terapistine gitmektir. Bazı uzmanlar, çocuğunuzun kekemeliğinden 6 ay sonra bir uzmana gitmenizi önerebilir. Ben, çocuğunuzun kekemeliği başlar başlamaz bir dil ve konuşma terapistine gitmenizi doğru buluyorum. Çünkü siz kekemelikten endişelendikçe çocuğunuz bunu ister istemez jest ve mimiklerinizden bile fark edecek, bir sorun olduğunu anlayacak ve kekemeliğinden kaçmaya çalışacaktır. Bu durum, çocuğunuzun kekemelikle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelere kapılmasına yol açabilir. Bu yüzden, bir dil ve konuşma terapistine giderek çocuğunuzun kekemeliğinin hangi seviyede olduğunu, hangi noktalarda endişelendiğinizi ve neler yapabileceğinizi en erken zamanda öğrenmeniz çok önemlidir. Yukarıda okuduğunuz maddeleri bir dil ve konuşma terapistine başvurmadan önce, yanlış müdahalede bulunmamak için uygulamak önemlidir. Çocuğunuza ve hayatınıza uygun bir şekilde terapi almak için dil ve konuşma terapistine başvurarak, sürecin kendiniz ve çocuğunuz için daha kolay geçmesini sağlayabilirsiniz.
Devamını oku
- Online Terapi Nedir? Sizin İçin Uygun Mu?
- Bulunduğunuz şehirde bir dil ve konuşma terapisti yok. Bu yüzden online terapi almak istiyor veya bulunduğunuz şehirde yol ve zamandan tasarruf etmek için çocuğunuzun online terapi almasını istiyorsunuz. Ama aklınızı kurcalayan bazı sorular var: Online terapi, yüz yüze terapi kadar etkili olur mu? Çocuğum online terapide dikkatini toplayabilir mi ve terapi etkili olur mu? Online terapi almak zaman kaybı mıdır? Yüz yüze terapi daha mı etkili, daha mı iyidir? Bu yazıda, yukarıdaki sorulara cevap bulabilirsiniz. Covid-19 salgınıyla birlikte birçok işimizi online bir şekilde halletmeye başladık. Bazılarımız iş yerimizde online bir şekilde çalışma hayatına geçtik. Hatta çocuklarımız online bir şekilde okula gitmeye başladı. Bu durum hepimiz için normalleşti. Tabii durum böyle olunca online terapilerin de uygulanma sıklığı arttı. Online terapi, danışan ve terapistin internet teknolojisini kullanarak, farklı platformlarda terapi yapmasıdır. Online terapinin etkililiği uzun yıllardır araştırılmakta ve bazı ülkelerde yoğun bir şekilde online terapi uygulanmaktadır. Bizim ülkemizde Covid-19 salgınıyla birlikte online terapiye bakış açısı değişmiş ve online terapiye ilgi artmıştır. Peki online terapi size uygun mudur? Uygunluğunu nasıl anlarsınız? Bu sorunun cevabı için aşağıdaki maddelerle, kendi isteklerinizi karşılaştırabilirsiniz. 1. Uzman Bulunduğunuz şehirde ilgili konuyla ilgili bir uzman yoksa veya sizin beğendiğiniz ve terapi almak istediğiniz uzman şehir dışındaysa, online terapi sizin için mantıklı olabilir. 2. Tasarruf Bulunduğunuz şehirde bir uzman var ama siz zamandan ve paradan tasarruf etmek istiyor, bir yerden bir yere giderken yolda zaman geçirmek, yol parası vermek istemiyor olabilirsiniz. Böyle düşünüyorsanız, online terapiyi deneyebilirsiniz. 3. Bulunduğunuz Ortam Online terapiye bağlanacağınız yer en önemli noktalardan biridir. Online terapi yapacağınız yer terapi yapmak için uygun bir yer mi bunu analiz etmeniz gereklidir. Analiz ederken; I. Çevresel gürültüler, ortamın sakinlik seviyesi II. Rahat bir ortam Bulunduğunuz ortamda duygu ve düşüncelerinizi terapiste anlatırken başkaları da bu anlattıklarınızı duyacak diye tedirgin hissediyor musunuz? Eğer bu maddelere cevabınız evet ise online terapinin etkililiği sizin için daha düşük olabilir. Tam tersi yönde, online terapi yapılacak yer kendinizi daha güvende hissettiriyor ve düşüncelerinizi daha rahat paylaşabileceğinizi düşünüyorsanız, online terapiden etki almanız daha muhtemeldir. Bir yetişkin olarak online terapi almak istiyorsanız, bu sizin için çok avantajlı olabilir. Eğer evinizde terapiye gireceğiniz sakin bir ortam, telefon / bilgisayar ve internet varsa online terapi sizin için çok etkili olabilir. Yüz yüze terapiye gelirken karşılaştığınız yol masrafı, zaman kaybı, yorgun bir şekilde seansa gelme durumlarını yaşamadan etkili bir şekilde seanslarınızı sürdürebilirsiniz. Kendi yetişkin danışanlarımın büyük bir oranı aynı şehirde olmamıza rağmen, yukarıda saydığım sebeplerden dolayı online terapi almak istiyorlar. 4. Şikâyetiniz Çocuğunuz için online terapiyi düşünüyorsanız; çocuğunuzun şikâyeti, dikkat süresi, ilgi alanları ve çocuğunuzun online terapi hakkında düşüncelerinin analiz edilmesi önemli yer tutar. Bazı vaka gruplarında (kekemelik, hızlı konuşma bozukluğu, ses bozukluğu) çocuklarla birebir seanslarımı gerçekleştirirken, bazı vaka gruplarında (gecikmiş konuşma, sesletim ve ses bilgisi bozuklukları) seans sırasında ebeveynlerin desteğini almam gereken bazı noktalar oluyor. Bu durumda, çocuğunuzla önce bir ön görüşme seansı gerçekleştirerek, çocuğunuz online terapide fayda sağlayabilir mi, çocuğunuzun ilgi alanları neler ve çocuğunuz online terapi hakkında ne düşünüyor gibi sorulara cevap bularak çocuğunuza ve size özel bir şekilde karar alıyorum. Yani online terapinin avantajlı olduğu birçok durum var. Online terapinin size uygun olup olmadığını, bir ön görüşme seansı oluşturarak uzmanınızla birlikte belirleyebilirsiniz.
Devamını oku