Daha Önce Kekemelik Terapisi Aldım, İşe Yaramadı. image
Daha Önce Kekemelik Terapisi Aldım, İşe Yaramadı.
Daha önce "14 günde kekemeliğe son" sloganını kullanan merkezlere gittiniz mi? Veya gittiğiniz terapide sürekli sesli kitap, şiir okuyup, nefes egzersizleri çalıştınız mı? Bu yöntemleri deneyip kekemeliğinizde bir gelişme görmemiş olmanız ve "Kekemeliğim için terapi de aldım ama işe yaramadı." diye düşünmeniz gayet doğal. Sizce de evde yeterince sesli kitap okumadığınız için mi kekemeliğinizde bir gelişme olmadı? Problem siz veya kekemeliğiniz mi? Yoksa, uygulanan yöntemler mi? Kekemelik, yüzyıllardır var olan ve insanların farklı tekniklerle çözüm bulmaya çalıştığı bir durum. Eminim ağzının içine taş doldurarak konuşmanın, mum üflemenin, sesli kitap okumanın kekemeliği azalttığı, hatta bitirdiği (!) ile ilgili hikayeler duymuş, belki de bunları bir umut denemişsinizdir. Yukarıda saydıklarımı denemiş ve bir sonuca ulaşamamanızın sorumlusu siz veya kekemeliğiniz değil. Sorun; size bilimsel olmayan, hatta yanlış yöntemler uygulayan bu tarz kurum(!) ve kişilerde. Kekemelikle ilgili bilimsel olmayan inanışlar sadece bizim kültürümüzle sınırlı değil. Yapılan bir çalışmada, Hindistanlı 132 katılımcıdan %45'i, dil ve konuşma terapisini bilmediklerini, kekemeliğin tedavisinin de deniz kabuğuna üflemek olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kekemeliğin, dilin dönememesinden, solak çocukların sağ el kullanmaya zorlanmasından veya annelerin çalışmaya başlamasından vb. nedenlerden kaynakladığını aktarmışlardır. Aynı araştırmada Afrika kökenli katılımcılar ise, aynaya bakarak sesli kitap okumak, halka şeklinde bir kolye takmak, dilin altına çakıl taşı koyup o şekilde konuşmaya çalışmak gibi yöntemlerin kekemeliğin tedavisi olduğunu belirtmişlerdir. 19. yüzyılda kekemeliğin, ağız boşluğundaki fizyolojik bir sorundan kaynaklandığı düşünülüyordu. Hatta Alman cerrah Johan Frederick Dieffenbach (1795-1847), dilin bir kısmının kesilmesiyle yapılan bir ameliyatla, kekemeliği tedavi ettiğini iddia etmişti. Neyse ki bilimin ilerlemesiyle, kekemeliğin fizyolojik sorunlardan kaynaklanmadığı kanıtlanmış ve çağımızda bu tür yaklaşımlar son bulmuştur. Günümüzde kekemelikle ilgili güncel çalışmalarda kişinin kekemeliğini, kekemelikle ilgili duygu ve düşüncelerini izlemesi, kekemeliğin hayata olan etkilerinin belirlenmesi ve kişinin kekemelikle ilgili günlük hayatta uygulayabileceği tekniklerin kullanımı yer alır. En önemlisi de bu yöntemlerin "bireysel" yani kişiye özgü olmasıdır.  Her çağdaş ülkedeki gibi ülkemizde de Dil ve Konuşma Terapisi lisans bölümü bulunmaktadır ve bu lisans programında danışanlara bilimsel yöntemler uygulanmaktadır. Gitmeyi planladığınız kurum ve kişilere mutlaka diğer işlerinizde olduğu gibi, konu hakkındaki ehliyetinin yani diplomasının sorulması gerekir. Nasıl ki tıp diploması olmayan ama kendine doktor diyen birinin size kalp ameliyatı yapmasına izin vermeyeceğiniz gibi; ilişkilerinizi, işinizi ve psikolojinizi kısacası hayatınızı büyük ölçüde etkileyen kekemeliğiniz için de diplomalı bir dil ve konuşma terapistinden yardım almanız çok önemlidir. Bu sayede hem hayal kırıklığı yaşamamış hem de bu tarz para tuzaklarına düşmemiş olursunuz. Unutulmamalıdır ki terapistinizin eğitim kalitesi ve sizinle iletişiminin, kekemeliğinize olduğu kadar motivasyonunuz üzerinde de büyük bir rolü vardır.  Daha önce terapi aldım ama işe yaramadı diye düşünüyorsanız lütfen bir daha düşünün. Belki kekemelikle ilgili aldığınız eğitim ve uygulatılan çağ dışı yöntemler terapi değildir. Umarım bu yazıdan sonra kendinize ve kekemeliğinize, gerçek bir terapi şansı verebilirsiniz? Terapist seçerken nelere dikkat etmeniz gerektiğiyle ilgili bir yazıyı da önümüzdeki günlerde yayınlamayı düşünüyorum. Bu yazı hakkındaki görüşlerinizi aşağıdan yorum yaparak / beğenerek gösterebilirsiniz. Terapiye başlamayı düşünüyorsanız ilgili yazıyı okuyabilirsiniz.
Devamını oku
Çocuğunuzun Kekeme Olması Sizin Suçunuz Olabilir Mi? image
Çocuğunuzun Kekeme Olması Sizin Suçunuz Olabilir Mi?
"Kesin benim yüzümden oldu, sesimi o kadar yükseltmemeliydim." "Eşimle kavgamıza şahit oldu, o yüzden kekelemeye başladı." "Şehir dışına çıktım, çocuğum beni özledi, o yüzden kekeledi. Bu yüzden herkes beni suçluyor." Çocuğunuz kekelemeye başladığında, yukarıdaki suçlayıcı düşünceleri aklınızdan geçirmiş veya çevrenizden sizi suçlayacak ifadeler duymuş olabilirsiniz. Bu tarz suçlayıcı düşünceler, aile üyeleri arasındaki ilişkiyi kötü yönde etkileyip çocuğunuzun kekemeliğine yardımcı olmayı zorlaştırabilir. Çocuğunuz kekemeyse haklı olarak, kendinize sorduğunuz ilk soru "Ne oldu da akıcı konuşan çocuğum kekelemeye başladı?" olmuş olabilir. Aslında bu soruyu merak eden sadece siz değilsiniz. Bu soru, yüzyıllardır insanlar ve bilim insanları tarafından sorulmuştur. Antik Yunan'da kekemeliğin dil kuruluğundan dolayı olduğu düşünülürken, 19. yüzyıla gelindiğinde konuşma düzeneğinde bir sorun olduğu düşünülmüş ve ağız içine aparatlar(Bkz: Şekil 1) hazırlanıp, kekeme kişilere kullanım için önerilmiştir. Günümüzde ise eski teorilerin yerini gen çalışmaları ve nörolojik görüntüleme çalışmaları almıştır.  Şekil 1: Solda, Gardner tarafından 1899'dan dile yapay olarak ağırlık eklemek için bir cihaz vardır (Amerika Birleşik Devletleri patent numarası 625,879). Sağda, 1912'den Peate tarafından daha karmaşık bir konuşma cihazı vardır (Birleşik Devletler patent numarası 1.030,964). Tabii aileler de bu soruyu farklı şekillerde yanıtlamaya çalışırlar. Bazı aileler kendilerini, eşlerini veya ev hayatlarını suçlarken, bazı aileler de korku, heyecan gibi psikolojik faktörleri sebep olarak görürler. Peki gerçekten kekemelik ebeveynler yüzünden mi ortaya çıkar? Eminim hepimizin ev hayatında bazı tartışmalar, ses yükselmeleri ve anlaşmazlıklar olmuştur. Eğer kekemelik, sizin ev hayatınızda yaşadığınız bir tartışmadan, boşanma sürecinden veya anlaşmazlıklardan dolayı ortaya çıkmış olsaydı, çoğu çocuk kekeme olmaz mıydı? Tıp dünyası, hastalıklardaki “sebepler” ve “tetikleyiciler” arasında ayrım yapmaya başlamıştır.Sebep, hastalığın veya bozukluğun altında yatan temel iken; tetikleyici, bozukluğa yatkın kişilerde bozukluğu tetikleyen / semptomun ortaya çıkmasına neden olan şeydir. Kekemeliğin sebebi şu anda bilinmemektedir. Yapılan araştırmalarda sebeplerin, genetik faktörler ve beyin anatomisinde ve aktivitesinde görülen farklılıklar olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle günümüzdeki çalışmalar, genetik ve nörolojik faktörler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Genetik çalışmalar; mutasyona uğrayan genlerin analizi, aile hikayeleri ve ikiz çalışmaları kullanılarak sürdürülmektedir. Yapılan çalışmalarda, kekeme insanların ailesinde de kekeme birinin olma olasılığı %30-%60 arasında değişirken; kekeme olmayan insanların aile hikayesinde bu skor %10'dan daha aza düşmektedir. Yapılan ikiz çalışmaları da bu çalışmaları desteklemektedir. Yapılan bu çalışmalar genetik faktörün önemini gözler önüne sermektedir fakat kekemeliği tek başına da genetik faktörlerle açıklayamamaktadır. Yani; ailenizde daha önce kalp hastalığı veya şeker hastalığı geçirmiş birisi varsa, sizin de bu hastalıkları geçirme riskiniz vardır ancak %100 kalp hastası olacaksınız diyemeyiz. Kekemeliğin genetikle açıklanmasını da buna benzetebiliriz. Bazı aileler çocukları kekelemeye başladığında yaşadıkları bir stres olayını kekemeliğin sebebi olarak kabul eder. Aslında bu stres olayları sebep değil, tetikleyicidir. Buradaki en önemli nokta, tetikleyici faktörlerin kontrolümüzde olmadığıdır. Yani altta yatan durum tetiklenmeye duyarlıysa (çocuğunuzun kekemeliğe yatkınlığı varsa), sizin iradenize bağlı olmadan ortaya çıkacaktır.  Evet, rahatça bir nefes alabilirsiniz. Şu ana kadar görünen o ki; suçlu ne sizsiniz ne eşiniz ne de çocuğunuz. Ama çocuğunuzun kekemeliğine yardım etmek sizin elinizde. Çünkü kekemelik sizin ya da aileniz yüzünden başlamasa da ruh hali, duygu durumu ve aile düzeni gibi faktörler kekemeliğin artmasında ve azalmasında önemli rol oynar. Yazı hakkındaki görüşlerinizi aşağıdan yorum yaparak / beğenerek gösterebilirsiniz. Çocuğunuzun kekemeliğine yardımcı olabileceğiniz 5 ipucunu da bu yazıda okuyabilirsiniz. Bu yazıyı hazırlarken faydalandığım referanslara da aşağıdan ulaşabilirsiniz. 
Devamını oku
Çocuğum Konuşmuyor. Ne Yapmalıyım? image
Çocuğum Konuşmuyor. Ne Yapmalıyım?
Çocuğunuz 2 yaşına geldi ama hala her şeyi işaretlerle, bağırarak anlatıyor ve derdini bir türlü sözcüklere dökemiyor olabilir. Çevrenizdekiler "Bekle, konuşur." diyor ama siz içten içe telaşlanıyor ve ne yapacağınızı bilemez bir halde bu yazıyı okuyor olabilirsiniz. Bu yazıda, çocuğunuz konuşamıyorsa neler yapabileceğinizi 3 maddede inceleyeceğiz. Çocuklar doğmadan önce sizinle iletişim kurmaya çalışır. Doğduktan sonra da bu iletişim kurma şekli çeşitlenerek devam eder. Göz teması kurmaya, sizinle birlikte gülmeye, nesneleri işaret etmeye, sesler ve sözcükler çıkarmaya başlar. Yani deneyimlerini sizinle paylaşmaya çalışır. Bazı çocuklar bu iletişim basamaklarının bazılarında sorun yaşayabilirler. Yaşadıkları sorun; bazen hiçbir sebebe bağlı değilken, bazen farklı sendromlar ve etmenlere bağlı olabilir. Siz de çocuğunuz size derdini anlatamadıkça endişelenip, kelime kartları alıp kelime öğretmeye çalışıyor veya hangi uzmana başvuracağınızı bilmiyor olabilirsiniz. Gittiğiniz uzmanlar "4 yaşına kadar bekleyin." veya "Kreşe gönderin düzelir." demiş de olabilirler. Hatta bazı uzmanlar ise nefes egzersizi, mum üfletme, balon şişirme ve dudak yalama gibi çok yanlış, hiçbir etkisi ve bilimsel yönü olmayan yöntemleri çocuğunuz üzerinde denemiş de olabilir. Peki bu düşünceler ve sizin evde yaptıklarınız doğru mudur? Doğru yaklaşımlar nelerdir? 1. Kelime Kartlarını Söyletmeye Çalışmayın! Kendinizi çocuğunuzun yerine koyun. Evde size sürekli bir şeyler öğretmeye çalışan biri olsa ne hissederdiniz? Dil; kartlarla, kartları tekrarlatarak veya harfleri öğreterek edinilmez. Peki dil nasıl edinilir? Dil, doğal ve eğlenceli bir ortamda edinilir. Yani çocuğunuza elma resmi gösterip "Bak! Elma. Haydi sen de söyle." diyerek çocuğunuza hem sözcük öğretemezsiniz hem de çocuğunuzun sıkılmasına sebep olursunuz. Siz sıkıldığınız bir ortamda yeni şeyler öğrenmeye açık olur musunuz? Çoğu insanın ve çocuğunuzun da cevabı "Hayır!" olacaktır. Peki kelime kartları yerine ne yapmalısınız? Çocuğunuzla gerçek bir elma keserken "Aaa elma. Imm tatlı." girdilerini verip, çocuğunuzun elmanın dokusuna dokunmasına, tadını almasına ve tat duyusuyla sözcüğü birleştirmesine izin verebilirsiniz. 2. Uzun Cümleleri Kısaltın. Çocuğunuzla nasıl konuştuğunuza hiç dikkat ettiniz mi? Terapide ebeveynlerde en sık gözlemlediğim şey, çocuklarıyla konuşurken çok uzun cümleler kurmaları oluyor. Düşünün; sadece sesler çıkaran, daha sözcük kullanmayan 2 yaşında bir çocuğunuz var ve basket atmaca oynuyorsunuz. Basket atarken de amacınız eğlenmek değil. Tabii ki renkleri öğretmek. "Haydi mavi topu atalım. Haydi bakalım mavi topu potanın içine at." gibi uzun cümleler kurduğunuzda sizce çocuğunuz hangi kelimeye odaklanmalı, hangi kelimeyi üretmeyi denemeye çalışmalı? Çocuğunuzun işi biraz zor değil mi? Haydi çocuğunuzun işini biraz kolaylaştırıp çözümü bir formül şeklinde yazalım; "çocuğunuzun söyleyebildiği sözcük + 1 sözcük". Bu formülü uygulayarak sesler ve sözcükleri birleştirerek çocuğunuza model olabilirsiniz. Yukarıdaki örnekten yola çıkarsak "Haydi mavi topu atalım." yerine; "Hoop, at!", "Aaaa, düş!" girdilerini eğlenceli bir ses tonuyla sunarak, çocuğunuzun ses çıkarmayı denemesi için bir fırsat yaratmış olursunuz. Yolda yürürken "Ağacın dallarına bak, çok uzun değiller mi?" demek yerine; "Aaa, Aaağaç. Uuuuzun dallar. Cik cik cik, kuş." şeklinde girdiler vermeyi deneyebilirsiniz. Çocuğunuzun dil gelişimini desteklemek için kullandığınız dilin sayıca ve içerik bakımından zengin olması gereklidir. Ama bu kullandığınız dilin karmaşık, sıkıcı ve sürekli öğretici olması gerektiği anlamına gelmez. Çocuğunuza uzun bir olay anlatmak istiyorsanız cümlelerinizi bölerek, söylediğiniz şeye işaret ederek ve konuşma hızınızı yavaşlatarak yapabilirsiniz. Yolda yürürken arabalar hakkında bahsedebilirsiniz. "Kırmızı arabaya baksana çok hızlı gidiyor." demek yerine arabayı işaret ederek "Düt düt! Araba. Kırmızı, kırmızı araba. Uuuu! Çok hızlı" gibi. 3. Zaman Kaybetmeden Dil ve Konuşma Terapistinden Randevu Alın. Yukarıda anlattığım her madde, yanlış bir yöntem uygulamamanız için hazırlanmış "ilk yardım müdahalesi" gibidir. Asıl yapmanız gereken bir "ambulans" çağırmaktır. Yani, bir dil ve konuşma terapistine gitmektir. Maalesef bazı aileler yanlış bilgilendirmelerle, çocuklarının konuşmasını 5-6 yaşına kadar bekleyerek zaman kaybediyorlar. Beyin gelişiminde, ilk 3 yaş kritik dönem olarak adlandırılır. Yani ilk 3 yaşta başlayacağınız terapinin, çocuğunuza ve size olan verimi daha yüksek olacaktır. O yüzden çocuğunuzun iletişim kurmakta zorlandığını fark ettiğiniz ve endişelerinizin başladığı noktada, bir dil ve konuşma terapistinden değerlendirme randevusu almak çok önemlidir. Değerlendirme seansında; çocuğunuzun dil gelişimi becerileri değerlendirilerek, terapiye ihtiyaç duyup duymadığına karar verilir. Eğer terapiye ihtiyaç duyulursa çocuğunuza özgü bir yol planı hazırlanır. Bu yazı hakkındaki görüşlerinizi aşağıdan yorum yaparak / beğenerek gösterebilirsiniz. Çocuğunuzla etkili konuşmanın püf noktalarıyla ilgili de "Peki Nasıl Konuşalım?" serisinin ilk yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Devamını oku